Mega kültür içinde Türkiye’nin konumu

Hürriyet / Gösteri

Subat 1993

Yüzyılın son on yılının ikinci yılını bitirmek üzereyiz. Türkiye’deki sanat yapıtı üretimi açısından bu yüzyılı değerlendirmeye çalıştığımızda, bu üretimin ve üretime bağlı etkinliklerin, kuralları Avrupa ve ABD tarafından belirlenmiş bir sanat sisteminin içinde var olamaya ve yer almaya çalıştığını görüyoruz. Bu süreç uzun bir süre, genel çizgileriyle “ulusal kimlik” ve “uluslararası kimlik” ikilemini içerdikten sonra, 1980’den bu yana , yine Avrupa ve ABD’de tohumları atılan, önce “çoğulculuk”, şimdilerse ise “küresel kültür diyalogu” denilen yeni düşünce süreçlerine girdi. Türkiye sanat çevrelerinin bu yeni düşünce sürecini ve  bununla birlikte sanat sistemindeki değişimi, geçmişe oranla oldukça hızlı benimsemesi, bu düşüncenin ortaya koyduğu sonsuz olanakları çılgınca harcama eğilimine girmesi, daha önceki süreçte çözülmemiş ikilemleri de içinde barındırdığı ya da ikilemin üstüne bir örtü çektiği için, sanat ortamında yeni bir karmaşanın doğmasına neden olabilecek özelliktedir.1

Bugünkü gelişmeler, yüzyıl boyunca sürüp giden, uluslararası sanat sistemi içinde var olma ve yer alma isteğinin, patlama noktasına gelmiş durumudur. Bu gerçeği yaşarken, başka bir gerçeği, Türkiye’deki çağdaş sanatın dünya içindeki konumsuzluğunu göz ardı edemeyiz. 20.yy dünya sanat haritası ve sözlüğünde Türkiye yoktur, dersek bu abartılmış bir olumsuz yargı ya da kötümserlik değil, bir an önce kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Bu ülkede modern sanat gündeme geldiği gün, ortaya bir satranç tahtası geldiğini varsayarsak, bu satranç oyununun taşları ve kuralları vardır.  Görünen şudur ki, Türkiye bütün yüzyıl boyunca, sanat alanında, bu satrancı tavla taşları ve kurallarıyla oynamıştır ve hala da oynamaya çalışmaktadır.

Ancak, Türkiye, siyaseti ve ekonomisiyle mega sistemin içinde olduğunu söylüyorsa, bu, mega siyaset ve ekonomiye yanıt vermek zorunda olan mega kültür içinde de yer almayı istiyor anlamına gelir. Bölgesel, yerel ve geleneksel kültürlerinden beslenen modernim, iki dünya savaşı, soykırımlar ve nükleer felakete yenilen ütopyasının hesabını post-modernizmde vermeye çalışırken, uyuyan gerçekle karşılaştı; merkezin çevre olmadan beslenemeyeceği, mega kültürün hücreler olmadan var olamayacağı gerçeğiyle! 20çyy boyunca kendilerini merkez olarak gören ülkeler, dünya sanatını ve kültürünü yönlendirme üstünlüğünü yitirmeye hiç niyetleri yok! Çevre olgusu, merkezi yeni bir senteze zorlarken, merkez de buna, üstünlüğünü yitirmemek için boyun eğiyor gibi görünüyor! Metropolleri ve dolayısıyla kültürleri çevre ülkelerinden gelen insanlar tarafından istila edilmek üzere olan merkezlerin, artık çevreye sömürme amacıyla yaklaşması söz konusu değil; merkez, bir uzlaşma yoluyla karşılıklı yararlanma önermeyi daha akılcı ve yararlı buluyor ve adını “küresel kültür sentezi ve kültürler arası diyalog” olarak koyuyor. Bu aynı zamanda bir çeşit, 21.yy dünya kültürünü birlikte kuralım önerisi ya da zorunluluğu! Sonuna kadar değerlendirmemiz gereken bir fırsattır, bu.

 


1 İstanbul Dergisi, Ekim 1992, Sayı 3’deki “Birgün Belki, Ama Nasıl” başlıklı yazımda bu konuya ayrıntılı olarak inceledim.

Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8