Mega kültür içinde Türkiye’nin konumu

 4-SONUÇ

İzleyiciler, sergiler hangi mekanda olursa olsun, 1960’dan bu yana dünya sanatının geçirdiği aşamaları bilmedikleri için, algılama güçlüğü çekebilirler. Sanatçılar ve küratörler sanat aşamalarını biliyor ve bu aşamalarla birlikte var oluyor! Dolayısıyla, düşünürken, yapıt üretirken ya da sergi düzenlerken, kendinden önceki tüm sanat üretimiyle ve etkinliğiyle hesaplaşma içinde olmanın, yapıtlarında ya da sergilerinde –eğer “progresif” bir amaç güdülüyorsa- yarış ipini göğüslemenin ve kitle hangi süreçte olursa olsun, ona en son düşünce sürecini yaşatmanın bilincinde olmalılar.

Sanatçı, yalnız yapıtının içerdiği düşüncenin değil, bu düşüncenin oluşumundaki küresel gelişimin de sorumluluğunu taşıyor. Küratör, yalnız kendi düşüncesinin ve sergisinin değil, sanatçıların düşüncelerinin ve yapıtlarının oluşturduğu ortamın ve bu ortamın küresel gelişim içindeki söyleminin sorumluluğunu da taşıyor. Bu, içiçe geçmiş ve birbirini tamamlayan sorumluluklar, küratör ve sanatçı arasındaki diyaloğun altyapısıdır. Bu diyalog kurulmazsa, ikinci aşama olan izleyici ile diyalog aşamasının da kurulması zorlaşır.

Bienal ve oluşmakta olan bir müze ile küresel diyaloğa katılmaya aday olan bir sanat ortamında, sanatçı ve küratörün birlikte oluşturacakları söylemin çok iyi tasarlanmış, hazırlanmış olması ve bunun rastlantıya ve çelişkiye  yer vermeden, en kesin, etkin ve yetkin bir biçimde yazıya ve yapıta dönüşmüş olama gerekiyor. Çünkü bu “söylem”, aynı zamanda, bu sanat ortamının küresel kültür içindeki yerini belirleyen ve dönüşü olmayan bir anlam taşıyor.

Bu ölçütleri, Türkiye’nin mega kültüre, kültürler arası diyaloğa katılması sürecinde, UİB’nin ve SM’nin en önemli etkinlikler olduğunu düşünenlere, bir değerlendirme düzlemi olarak sunuyorum.

Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8