JOSEPH KOSUTH

02 01 IMG_1032 Mvc-014f paulmcmillen-joseph kosuth

 

Joseph Kosuth

Uyanma (Özerkligin tüm görünümüyle bir göndermeler düzenlemesi.) 1 Yerlestirme, 19 Yapıt

The Wake (An arrangement of references with all the appearance of autonomy.) 1 installation, 19 works

küratör/curator: Beral Madra

22.11.2012-23-02-2013

Uyanma (Özerkliğin tüm görünümüyle bir göndermeler düzenlemesi.)

Joyce’un Ulysses’i Homeros’un anlatı yapısının üzerine kurmasıyla aynı mantıkla, Finnegans Wake de başka bir tür söylemden, felsefe söyleminden, özellikle de Giambattista Vico ve Giordano Bruno’nun yazdıklarından yola çıkarak kurulmuş. Felsefe burada tabii ki anlatının bir emaresini bile sunamaz, sunması da beklenmez; bir düzenin anahatlarının, bu düşün üstünde gezindiği arazinin belli belirsiz eskizini çıkarır öte yandan. Ne var ki, eğer Finnegans Wake’i bir hikâye olarak görebilirsek, parçalardan oluşmuş bir hikâye olur bu, dış yüzeyinde bir hikâye yok, fakat değişik hikâyelerin kopuk parçalarının arasından Finnegans Wake’in hikâyesi ortaya çıkıyor. Bu kitap herşeyden önce insanlık tarihinin doğumu, ölümü ve kıyamından bahsediyor, insanın giriş ve çıkışlarla karşılaşmayı en son umacağı noktalarda giriş ve çıkışlarla dolu bir fabl ve alegori; giriş ve çıkışlar da okuru ileri götürdükleri ölçüde geriye de çekiyorlar. Bu geçiş, sakinleştirici bir kâbusun geçişi, bir düşün içinden bir başka düşe bir öz-yansıma. Kitabın Freud’cu bir yoğunlaşma ve yerdeğiştirme sürecinden gelen sembolizmi, Ulysses’in Kirke bölümünün Alice’in Yeraltındaki Maceraları’nın perdesinin arkasından nasıl görüneceğini hayal edebilenlere yabancı değil.

Finnegans Wake, binbir referansın düzenlenmesi ve tekrar düzenlenmesi, bir yinelemeler kakofonisi. Aynı, dünyayı oluşturan herşeyde olduğu gibi, aynı şeylerin yaşayanlar için yeni anlamlarla tekrar söylendiğini görüyoruz ve bu, Finnegans Wake’te düş görmenin bir parçası olarak katılıyor oyuna. Ama bu düşün içindeki sadece yaşam olabilir. Bu kitap, parçaları ve bütün arasında ayrım yapmadan, hepsini düş-destan’ın anlatısının hizmetine koşarak yazılmış. Elimizde Joyce’un toplu bilinçaltının bilinçli bir sunumu var.

The Wake’in oluşturduğu paramparça düşün bütününün parçalarından ve parçasının bütününden ben de kendime bir yapı kuruyorum, farklı bir bütün, bu bütün bana ait, ama parçalar ondan. Eski tarihli bir söyleşide “çalışmalarınızın hammaddesi nedir?” diye sorulmuştu bana, şöyle cevaplamıştım: “İlişkiler arasındaki ilişkilerle çalışıyorum.” Rastgele bir noktadan, 39. sayfadan başlayarak, her on sayfada bir seçmeler yapmaya başladım ve kitabın sonuna varmadan, 489. sayfada durdum. Seçtiğim sayfalar başlangıçtan sonraki bir yerden alındıkları ve sondan önceki bir yerde bittikleri için, sıralı olsalar da, bir başlangıç ya da bitiş noktası olmak açısından keyfekederdiler. İşler, benim her sayfadan bazı kelimeleri ya da kelime gruplarını izole etmem yoluyla hazırlandı. İşlerin duvarlardaki konumları, aralarındaki boşluklar ve birbirlerine göre konumlanmaları sayesinde, kelimelerin sayfa üzerindeki ilk konumlarıyla aynı. Joyce’un her bir sayfadan silinmiş, eksik kalmış metni geriye kalanı sunuyor ve benim işim olarak varlığını oyuna sürüyor, işe biçimini ve ontolojik varoluşunu veriyor. İşin oyunu, Joyce’un söylemek istediğinin bir palimpsest gibi arkada kalmış tortusuyla, onun içinde yepyeni bir imleyici küre ile ilişkiye geçen, benim tarafımdan geri-dönüştürülmüş kullanımı arasında, ve KUAD’da bir yerleştirme olarak, bu tekil işleri (ve sayfaları) tek bir büyük metinde birleştiriyor, bir metinden onu izleyen metne, bir odadan onu izleyen odaya, bir şeyi takip eden başka bir şey olmasıyla uzamsal olarak, sayfalar olarak, odaların sırası olarak insanın içinden geçtiği, öncekilere eklenen yeni bir anlatı olarak kendisini kuruyor. Benim işim bir oyun, oyunu bozan bir oyun, bu oyunda bir adamın söylemek istediği başka bir adamın söylemek istediğinden üretiliyor, kültürel söylemimizin içindeki bir ân başka bir ânın içinden tekrar ortaya çıkıyor. Her iş, o sayfa parçası, her bir işteki (sayfadaki) herhangi bir kelimenin kendi varoluş ânlarını bulmasıyla aynı yolla (ve aynı ânda) kendi ontolojik ânını buluyor.

Benim Uyanma adlı işime yaklaşmak için, aklınıza bir harita getirmelisiniz, insanlık tarihinin bir düşünün haritasını hayal etmek mümkünse eğer. Ama haritalar sadece dışarıda bıraktıklarıyla faydalıdır, eksiklikleriyle inşa edilirler; dışarıda bıraktıkları olmasaydı hiçbir işe yaramazlardı. Herşeyi, dünyadaki herşeyi içeren bir haritayı gözünüzün önüne getirin, tüm dünyayı değil belki ama yalnızca İstanbul’u, hatta yalnızca Kuad Galeri’nin sokağını, Süleyman Seba Caddesi’ni içerseydi, başa çıkılamaz, taşınamayacak, kullanılamayacak kadar büyük bir nesne olurdu. Dünyanın bir haritası değil, dünyanın bir röprodüksiyonu olurdu, öyleyse, haritaların neyi dışarıda bıraktıklarıyla tanımlanabileceğini söyleyebiliriz. Benim işimi ortaya çıkaran da Finnegans Wake’in sayfalarında geriye kalanlardır, benim işime baktığınız zaman gördüğünüz kısmın görevi, orada bulunmamak yoluyla benim işimi ortaya çıkarmaktır.

Joseph Kosuth

(İngilizceden çeviren: Armağan Ekici)

 The Wake (An arrangement of references with all the appearance of autonomy.)

In the sense that Joyce built Ulysses on the narrative structure of Homer, Finnegans Wake was built coming out of another kind of discourse, that of philosophy, specifically the writing of Giambattista Vico and Giordano Bruno. Philosophy, of course, cannot provide even the suggestion of a narrative and nor is it intended to here, but to a faint degree it does sketch out an order, the terrain upon which this dream moves. However, if we can see Finnegans Wake as a story, it is one made of parts, on its surface there is no story, but through the disconnected parts of different stories the story of Finnegans Wake emerges. Most of all this book is about the birth, death and resurrection of human history, it is a fable and allegory filled with entrances and exits where one least expects to find them, and they lead back as much as forward. This passage is that of a calming nightmare, a self-reflection from inside one dream into another. Its symbolism, from a process of Freudian condensation and displacement, is familiar to those who can imagine the Circe chapter of Ulysses when seen through a veil of Alice’s Adventures Underground.

Finnegans Wake is an arrangement and re-arrangement of a multitude of references, cacophony of repetitions. Just like all that which comprises the world, we see the same things said again with a new meaning for the living and in Finnegans Wake it participates as part of dreaming . But it can only be life within this dream. This book is constructed by making no distinction between its parts and the whole, all in the service of a narrative of the dream-saga. We have a conscious presentation of Joyce’s collected unconscious.

From the part of the whole and the whole of the part which the fragmented dream that The Wake constitutes, I make a construction of my own, a different whole, of mine, with his parts. In an early interview I was asked ‘what is the material of your work?’ and to this I answered: ‘I work with the relations between relations’. From an arbitrary point, page 39, my choices began once every ten pages stopping before the end at page 489. The chosen pages being somewhere after the beginning and ending somewhere before the end, ordered but arbitrary as a place to start, and finish. The works are made by my isolating certain words or clusters of words from each page. The position of the works on the walls are the same, in their spacing and relation to each other, as their original position on the page. The missing text of Joyce removed from each page gives what remains and puts into play as my work its presence, shapes it, and gives the work its ontological existence. The play of the work is between the residue of Joyce’s meaning which is retained like a palimpsest, its re-cycled use by me which engages it in an additional signifying sphere, and as an installation at KUAD, combining these individual works (and pages) into one large text, and constituting itself as an additional narrative, as spatial as one thing after another, as pages, and as ordered by rooms one passes through, following one text to the next, one room to the next. My work is a play, a parasitic play, one man’s meaning being made from another’s, one moment in our cultural discourse re-emerging within another moment. Each work, that page fragment, finds its ontological moment in the same way (and at the same time) as any one word in each work (page) finds its moment of existence.

To approach my work The Wake, one must think of a map, if one can imagine the map of a dream of human history. But maps are only useful through what they leave out, they are a construction made of absence, without which they omit they would be useless. If you would imagine a map which includes everything, all of which we find in the world, maybe not the world maybe only of Istanbul, even perhaps just of the street of the Kuad gallery, Suleyman Seba Caddesi, it would be overwhelming, too big to carry, too big to use. It wouldn’t be a map of the world, it would be a reproduction of the world, so we can say maps are defined by what they leave out. What remains of the pages of Finnegans Wake which makes my work here, the part you see when you look at my work have the role of not being there in order to make my work.

Joseph Kosuth

 

Bu yerlestirme, Kosuth’un dört yıl önce tasarladıgı ve o günden bu yana üstünde çalıstıgı James Joyce’un en zor ve karmasık kitabı Finnegans Wake’e odaklanan kapsamlı isinin ilk sunumudur. Kitaptan seçtigi sözcüklerin galeri mekânına konumlandırılması, sözcüklerin Finnegans Wake’in sayfalarındaki yerleri ve birbirleriyle olan iliskilerinde temellenmektedir. Finnegans Wake henüz Türkceye çevrilmemistir; ancak Kosuth yerel dile olan saygısı dolayısıyla gri zemin üstüne beyaz neon sözcüklerle gerçeklestirdigi bu yerlestirmeyi Ingilizce ve Türkce olarak hazırlamıstır.1 Kosuth’un sanatı 1960’ların ortasında, yeni dilsel ve ideolojik kuramlar Modernizmin temel ilkelerine saldırdıgında ve Modern felsefe yapı-söküme ugradıgında ilk etkisini yaratmıstır. Kosuth’un işi sanatın doğasını ve anlamın sanat içindeki üretim sürecini ve rolünü kesfetmektir. Sigmund Freud’ün analizlerine, Ludwig Wittgenstein’ın dil felsefesine ve Walter Benjamin, Jorge Luis Borges ve Friedrich Nietzsche’nin kuramlarına zengin sentezlerle gönderme yaparak çalısmıstır.

Kosuth sanat tarihçileri ve elestirmenleri tarafından bir sanatçı ve bir kuramcı olarak nitelendirilir. 1969’da “Felsefeden Sonra Sanat” makalesini yazmıs ve sanatın geleneksel ve klasik biçimi ve içerigiyle ve bunlara iliskin söylemiyle sona erdigini ileri sürmüstür. Buna göre, yeni sanat, sanat olarak statü ve kültürel açıdan önem kazanmak üzere anlamın köktenci bir araştırmasıdır. O dönemde söyledikleri bugün hala geçerlidir: “Bugün sanatçı olmak sanatın dogasını sorgulamaktır. Insan resmin dogasını sorguladıgında, sanatın dogasını sorgulamıs olmaz… Bu nedenle sanat sözcügü genel, resim sözcügü de özeldir. Resim bir tür sanattır. Resim yaparsanız sanatın doğasını sorgulamıs olmaz, kabul etmis olursunuz.

Kosuth, baslangıçta fotograf ve metin kullanarak, daha sonra dünyanın büyük müzeleri ve kurumlarında ve çok sayıda kamusal alanda neon metinlerle büyük yerlestirmeler yaparak yeni bir estetik, biçim ve sanat yapma eylemine çıgır açmıstır. Kosuth’un Istanbul’daki ilk sergisi Borusan Sanat Galerisi’nde (15 Eylül- 28 Ekim 1999) Konuklar ve Yabancılar: Rossini Türkiye’de baslıgıyla, Türkiye için özel bir yerlestirmeyle gerçeklesmistir. Bu sergide sanatçının ilk islerinden birisi olan Bir ve Üç Sandalye (1965, MoMa Koleksiyonu) başlıklı bir sandalyenin kendisi, onun bir fotoğrafı ve sandalye sözcüğünün sözlük tanımından oluşan işine benzer bir işi de sergilenmistir. Bu iş galerinin asma katındaki kapı, kapının fotografı ve kapının sözlük tanımından olusuyordu. Kosuth’un bu sergisinin bir katalogu da yayımlanmıstır.

Onüç yıl sonra tekrar Istanbul’a gelerek Kuad Galeri için bir is olusturması, bugün küresel pazarların güdüleyici etkisi altına girdigi ileri sürülen sanatın islevi, doğası ve statüsü üstüne yeniden düsünme ve sorgulama alanı açacaktır. Kuskusuz Kosuth gibi bir sanatçının varlığı ve yapıtı günümüzün küresel kenti Istanbul’un çagdas sanatı çekici bulan izleyicisinin kavrayıs ve algısına büyüleyici bir etki yapacaktır. En önemlisi de, günümüzde sanat üretirken disiplinlerarası kavramsal, kuramsal ve entelektüel içerik, biçim ve estetik arayısına giren genç kusagın bilgi ve algı süreclerine büyük katkıda bulunacaktır.

Beral Madra

1 Çeviri: Armagan Ekici

 

This is the first presentation of an ongoing work based on James Joyce’s most complex book Finnegans Wake, a part of a series which he conceived about four years ago and since then has been working on. The positioning of the words he has chosen from the book in relation to each other is based on their location on the page in Finnegans Wake. Finnegans Wake is not yet translated into Turkish language; however Kosuth, with respect to the local culture, has decided to construct this installation of white neon words on gray surface (walls) in English and Turkish.1

Kosuth’s art made its first impact in the mid-1960s, when new linguistic and ideological theories attacked the fundamental presumption of Modernism at a time when Modern philosophy itself was deconstructed. Kosuth’s work was an exploration of the nature of art, and the production and role of meaning within art. He has been employing references to Sigmund Freud’s psychoanalysis,Ludwig Wittgenstein’s philosophy of language and to a rich synthesis of theories by Walter Benjamin, Jorge Luis Borges and Friedrich Nietzsche.

Kosuth is portrayed by arthistorians and artcritics as an artist and a theoretician. In 1969 he published an essay “Art After Philosophy”, and claimed that art in its traditional and classical form and content and the related discourse had reached its end. The new art is a radical exploration of the meaning through which art gains its status as art and its cultural significance. What he commented at that time is still valid: “Being an artist now means to question the nature of art. If one is questioning the nature of painting, one cannot be questioning the nature of art . . . That’s because the word ‘art’ is general and the word ‘painting’ is specific. Painting is a kind of art. If you make paintings you are already accepting (not questioning) the nature of art.

His visual language using photography and text at the beginning of his practice as well as making major installations with neon texts in numerous public spaces, museums and institutions all over the world has established the path to new aesthetics, form and artmaking that is prevailing since today. One of his first conceptual works One and Three Chairs (MoMa Collection), consisting of a physical chair, a photograph of that chair, and the text of a dictionary definition of the word “chair” has also been presented in Istanbul, on the occasion of his solo exhibition in Borusan Art Gallery (15 September-28 October 1999), featuring a work from the same year (1965) consisting of the mezzanine door, the photograph of the door and the text of dictionary definition of the word “door”. He also realized a special work for Borusan Art Gallery entitled Guests and Foreigners: Rossini in Turkey. A catalogue of this exhibition has been published.

Coming to Istanbul again after 13 years Kosuth’s installation in Kuad Gallery will re-open the discussion about the function, nature and status of art which is currently argued to be under the manipulating influence of global art market conditions. Furthermore his presence and work will surely have a very captivating impact on the understanding and perception of the contemporary art public of today’s global city Istanbul. And, above all, for the cognizance and perception of the young generation artists who seek for an interdisciplinary fusion of conceptual and intellectual content, form and aesthetics in today’s art making.

Beral Madra

1 Translated into Turkish by Armagan Ekici