Ülkenin tutsak heykelleri

Radikal Kültür Sanat

03/03/2004

Son günlerde arka planında ‘sanat’ olan ve manşetlere taşınan haberler var…

İSTANBUL – Son günlerde arka planında ‘sanat’ olan ve manşetlere taşınan haberler var: Eşcinsel olduğu için Attalos heykelinin dikil(e)memesi, Uzan deposundan çıkan değerli olduğu söylenen resimler, Melih Gökçek’in Ankara için düşlediği muhteşem heykeller ve kent süslemeleri…

Bu olayların ön planında eşcinsel düşmanlığı, milliyetçilik, hortumculuk, popülizm gibi sanatın karşı koyduğu ve irdelediği bütün kötülükler var. Bunların nedenleri ve gündeme alınış biçimleri, bir önceki yazımın konusuyla bire bir örtüşüyor; yineleme tuzağına düşmeden yeni bir değerlendirme yapmak, siyasetçi, bürokrat ve yöneticilerin sanatla ilişkisindeki çarpıklık üstüne yazmak gerçekte çok can sıkıcı bir iş. Ancak, bu, yaratıcı insanın ve sanat aracılığıyla dünyayla iletişime girmenin önünü tıkayan bir gerçek olduğu için sürdürülmesi gereken bir eylem…

Bu arada, İstanbul’da da yerel yönetimlerin sessiz sedasız oraya buraya inanılmaz çirkinlikte heykelleri serpiştirmekte olduğunu da belirtelim. Son örnek, Ihlamur Kasrı karşısındaki adacıktaki cücemsi bir yaratık. Kısa süre öncesine kadar burada Mümtaz Işıngör’ün 1993’te Büyükşehir Belediyesi’nin yarışmasında yerleştirilen, doğaya uyumlu bir heykeli duruyordu. Sanatçı özellikle bu yeri seçmişti. O heykel şimdi Levent’te bir yere taşınmış. Aynı yarışmadan Taksim gezisindeki Adem Yılmaz’ın heykeli de yokoldu; Rahmi Aksungur’un Maçka Parkı’na yerleştirdiği heykel de yakında parçalanıp yok olacak… Bu yarışmanın bir kataloğu var ve her şey kanıtlanabilir.

Şu, depodan çıkan ‘değerli’ resimlere gelince… Bu resimlerin değerini kim saptıyor? Türkiye modernizmi içinde hangi aşamayı gösterdikleri için değerlidir? Doğrusu, bu son çıkan resimlerin aynı depoda çıkan silahlara uygulandığı gibi, incelenmek ve sonucu kitleye duyurmak istiyorum. Bu gizli resim hazinelerinin ‘değerli’ olduğu masalına da bir nokta koymuş oluruz.

Kentleri heykelle süsleme

Türkiye’de ‘heykel’ henüz bağımsızlaşamadı; bu iş devlet için ‘ideoloji ve iktidar’, yerel yönetimler için ‘popülizm’ simgesi olmakta direniyor. Resim de bir spekülasyon nesnesi olarak yıpratılıyor. Resim ve heykel, insanların dünyaya bakış açısını zenginleştiren, düşünceyi çeşitlendiren bir yaratıcılık ürünü olduğu için değil, ancak birileri tarafından kişisel çıkarlar için kullanıldığı ya da birilerinin gazabına uğradığı zaman dolaylı olarak gündeme geliyor. Heykel dikme ya da kentleri heykellerle süsleme işinin, günümüzün düşünsel/görsel değişimi bağlamında yeniden ele alınması gerektiği sanat çevrelerinin düzenlediği açık oturum ve benzeri etkinliklerde birçok kez dile getirildi. Bu tür kuramsal çalışmaların devlet, yerel yönetimler ve özel sektör tarafından gündeme alınmaması, sanat çevrelerinin kendi alanlarını yeterince savunamadıklarının ve haklarına sahip çıkamadıklarının göstergesi.
Modernizm heykeli, tanrı/iktidar/ideoloji simgesi olma felaketinden kurtarmak için yeni bir anlayış ve biçim icat ettiyse de, 20. yüzyıl komünist ve kapitalist kutuplaşması heykeli yine iktidarın görsel kanıtı olarak dayatmayı başardı. Sovyet ülkelerinin kentlerini dev idealist/ ideolojik heykeller süslerken -bu heykelleri ortadan kaldırmak için de ayrıca para/çaba harcandı- liberal ülkelerin kentlerini de soyut/ dekoratif/kitsch heykelleri süsledi. Gerçekte iki biçim arasında amaç ve kavram olarak hiçbir fark yok. Türkiye’nin büyük/küçük bütün kentlerinde kitlenin imgelemine silinmez bir görüntü olarak yerleştirilen Atatürk, Türk büyükleri ve İstiklal Savaşı heykelleri de zaman içinde bu anlayışın iyice çarpıtılmış ürünleri olarak değerlendirilebilir.

İdeolojik, çarpık ve kötü örnekler kitlenin temelde heykelin temsili varlığına direnen imgelemini iyice çarpıttı. Şimdi sıra kent sokakları ve meydanlarına tüketim ideolojisinin ‘gösteri’ maddesinin içini dolduran nesneleri dikmeye geldi.

Gökçek’in hayalleri

Melih Gökçek’in, belediye başkanı olduğu Ankara için öngördüğü heykel dizisi, bu kenti olsa olsa dünyanın ‘kiç deposu’ yapabilir. Bürokratlar ve politikacılar şimdilerde devlet kaynakları yeterli olmadığı için heykel dikme işini bir kenara koydular, ama harcayacak paraları olduğu için heykel dikmeyi aklına koymuş olan yerel yöneticilerin hayallerinin rüküş olduğu bu gazetenin manşetine geçtiği için, daha fazla söyleyecek bir şey yok! Bu olayın benzeri, tüketimi canlandırma uzantısı olarak Nişantaşı’nda sık sık yaşanıyor.

Aralarında ünlü tasarımcılar ve grafikçilerin de bulunduğu çok sayıda ‘amatör enstalasyoncu’ kendisine ifade alanı buldu. Neyse ki, 14 Şubat’ta kar yağıyordu, böylece Şişli Belediyesi’nin sokakları kırmızı kalpler, kurdeleler ve tüllerle süsle(t)mesinden -ağaçlarla birlikte- kurtulduk; ama önümüzdeki tüketim şenliklerinde yeni örneklere tahammül etmeye hazır olalım. Üstünde durulması gerken iki şey var: Birincisi, bütün bunların uygulanmasına engel olacak güçte ve kararlılıkta bir sanat ortamı olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor ki, bu oldumça vahim bir durum. İkincisi de, bu siyasetçilerin ve yöneticilerin hayallerini uygulayan kişilerin kimlikleri. Eğer bu kişilere ‘sanatçı’ deniyorsa, günümüz ‘küresel’ sanat anlayışı kapsamında üretim yapan kişilere yeni bir ad bulmamız gerekiyor.