Türkiye’yi tanıtma sevdası

Radikal Kültür Sanat

31/08/2005

Türkiye’nin tanıtımı için yapılan harcamaların ve kampanyaların başarısı hiç sorgulanmıyor. Acaba son yıllarda AB ülkelerinde düzenlenen sergi, festival ve Türk haftaları ne kadar işe yaradı?

Çorum’un İskilip ilçesinde AKP’li Belediye Başkanı’nın bütün pisuvarları söktürmesi ister istemez Marcel Duchamp’ı çağrıştırıyor. Başkana Marcel Duchamp bir şey ifade etmez kuşkusuz, ama eğer etseydi pisuvarları kaldırırken biraz duraksardı. En azından bu pisuvarları toplayıp Türkiye’nin modernizm-kapitalizm-demokrasi serüvenini özetleyen bir sergi yapmak mümkün.

Bunları konuşurken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nün Lüksemburg’da gerçekleştirilecek ‘İstanbul Günleri’ için sergi ve konser organizasyonu hizmeti almak üzere verdiği ilanı okuduk (Bir Gün, 10 Ağustos 2005). Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilecek konser ve sergilerin ve bunların sanatçılarının hangi düzeye indirgendiğini anlatmak için sözcükler yeterli değil! Bu tür ihaleyle konser verecek ya da sergi açacak sanatçı varsa, zaten kimseye konuşmak düşmez! Anlaşılan şimdi küratörler yerine kültür müteahhitleri yaratacağız ve AB sanat sistemine sunduğumuz yenilik bu olacak!

Türk kültürünü tanıtmak

Toplumun zirvelerinde her türlü görkemli kültür eylemi sahneye konurken ve Türkiye kültürü AB ülkelerine tanıtılmak üzere şık paketlere girerken, bebek ölümleri, kapıları işaretleme, pisuvar kullanmama, sanat etkinlikleri ihalesi gibi çelişkili olaylar da gerçek gündemi belirliyor.

Şimdi Türkiye kültürünü AB ülkelerine tanıtmaya kalkışanların işi yalnız zor değil, daha kapsamlı bir sorumluluk içeriyor; çünkü Türkiye her zamankine oranla daha tehlikeli bir bilinç yarılması döneminden geçiyor. Küresel kapitalizmin sefasını sürenlerle cefasını çekenler arasındaki açıklık giderek büyüyor ve kültür seçkinlere özgü bir olguya dönüşüyor. Aydınlarla dar kafalılar arasındaki çatışkı da anlamsızlaşıyor ve kültür sıradanlaşıyor.

Kültür tanıtımın parçası

Bu arada, TÜSİAD’ın oluşturduğu ve başkanlığını Ümit Boyner’in yaptığı komisyonun Türkiye’nin Avrupa kamuoyuna tanıtımı için 1.5 milyon avro ile işe başladığını öğreniyoruz. Boyner söyleşisinde esas problemin AB kamuoyunu kazanmak olduğunu ve ilk aşamada ‘Türkiye bir endüstri ülkesidir’ sloganını benimsediklerini söylüyor. Özel sektör ‘endüstri ülkesi görüntüsünde’ kültürün ne denli etkili bir araç olduğunu anladı artık. Ancak içinde aşılması güç çelişkiler barındırıyor, toplumsal karşıtlığın, sığlığın, kültürel alana yansıyan tuhaf görüntüleri aradan kurnazca sırıtıp güzel olması istenen bu görüntünün büyüsünü bozacak! Günümüzde tanıtım iki alanda gerçekleşiyor: Turizm ve kültür sanayii. Bildiğimiz kadarıyla devlet bu bağlamda uzun yıllardır milyonlarca dolar harcayarak turizm ve kültür tanıtımı yapıyor. Yine bildiğimiz kadarıyla AKP iktidarı turizm ve kültürü birleştirerek güçlendirdiğini iddia ediyor! Örneğin, DDF firmasına 2005 yılı Türkiye tanıtımı için 43 milyon dolar ödenmiş.

Boyner, bugüne değin yapılan tanıtımı ‘Türkiye kötü, yanlış, eksik tanıtılmış değil, aksine Türkiye hiç tanıtılmamış’ diye değerlendiriyor ve bu önemli girişimin başına getirilmiş kişiden milyon dolarların boşa gittiğini öğreniyoruz. Bu iki alanın altbaşlıklarındaki konularda söz konusu ‘markalaşma’ konusu bir süredir özel sektörün gündeminde. Acaba son yıllarda AB ülkelerinde düzenlenen sergi, festival, defile ve ‘Türk haftaları’ işe yaradı mı? Yoksa yatırımlar boşa mı gitti? Yani, malları markalaştırmanın kolay ama kültürü markalaştırmanın zor olduğu mu anlaşıldı, acaba? Bilmiyoruz; çünkü hiçbir tanıtım etkinliğinin eleştirisi ve sağlaması yapıl(a)mıyor. Türkiye’nin tanıtımı için harcanan paraların kaynağı, kullanım alanları ve geri dönüşü hiçbir zaman açıklanmıyor ve sormak da kimsenin aklına gelmiyor!

Etkinlikler aynı kaynaktan

En az 10 yıllık sürece dikkatle bakıldığında etkinlikleri planlayan, gerçekleştiren, reklamını yapan ve sonuçlarını bildirenler aynı kişiler ya da kurumlar; ayrıca bu kişiler ve kurumlar ‘değişmez’ özellikli. Bu kişiler ve kurumlar her zaman ‘başarılı’ ve her zaman ödüllendiriliyor ve yeniden görevlendiriliyor. Birdenbire bu kişi ve kurumların başarılı olmadığını öğreniyoruz. Derken, yeni ve Avrupa Birliği entegrasyonu için çok yaşamsal denilen girişimlere baktığımızda beş aşağı on yukarı aynı kişi ve kurumları görüyoruz.

Bu durumu da anlamak ve açıklamak olanaksız. Ya da, Türkiye’de bir ‘kültür tekeli’ söz konusudur ve bu tekel İstanbul-Ankara ekseninde içine kapalı olarak çalışır; para ve başarısızlık asla dışarıya sızmaz ve kol kırılır yen içinde kalır…

Umut ederim ki TÜSİAD’ın girişimi bildik tanıtım politiklarının

uzantısı olmaz da yeni ve etkili bir model yaratır. Umut ederim ki bu 1.5 milyon avro bir anda bir dizi eğlence kültürüne ve bunun reklamına harcanmaz da daha uzun menzilli ve kalıcı projeler için kullanılır…

Umut ederim ki, sanatçılar kendi yaşamları, meslekleri ve yazgıları üstüne yapılanan bu girişimleri sorgulama, denetleme ve yönlendirme isteği ve gücü kazanır.