Türk resminin makûs talihi

Radikal Kültür Sanat

26/08/2002

Bu yazının konusu resim(*). Resim en çok satılan sanat yapıtı olma özelliğini koruyor; krizde batanların resim koleksiyonları üstünde spekülasyonlar yapılıyor…
Bu yazının konusu resim(*). Resim en çok satılan sanat yapıtı olma özelliğini koruyor; krizde batanların resim koleksiyonları üstünde spekülasyonlar yapılıyor; krizden etkilenmeyenler koleksiyonlarını halka açıyor; bir müze kurma söz konusu olduğunda ilk akla gelen sanat yapıtı da resim…

Uluslararası ortamda 20.yy resimlerinin sigorta ücretleri dudak uçurtuyor. Sanat ortamı ve piyasasının aktörlerinin çeşitli manipülasyonları ile müzeler ve sanat merkezleri için erişilmez resimler var. Örneğin, Jasper Johns, Gerhard Richter, Sigmar Polke, David Salle, Robert Ryman gibi -çoğu beyaz-Hıristiyan- ressamlar da ‘marka birey’ olarak pazarlanmak üzere koşullanıyor. Yine de -resim en iyi yatırım aracı olmasına karşın- Marcel Duchamp’ın hazır nesnesinden başlayan günümüzde dijital/bilgisayar tekniklerinin yaygınlaşmasına kadar süren bir ‘Resmin sonu geldi’ tartışması da var.

Yüzbinlerce adsız ressam

Bir de, şu anda da atölyesinde resim yapan yüz binlerce adsız ressam ve sanat piyasasına çıkan milyonlarca resim var… Aynı anda da sanal ortamda gelmiş geçmiş tüm resimlerin yeniden üretilmesine tanık oluyoruz…
Gerçekte, günümüz resmi 20. yy’ın modern mirasının çeşitli gölgeleri altında yapılıyor; bir yandan Kandinsky’den Jackson Pollock’a uzanan organik ve ekspresyonist soyut, bir yandan Malevitch’den minimalizme
uzanan tekrenkli soyut… Kimi eleştirmenler her iki sürecin de yüzyılın ortasında tinsel ve kavramsal olarak bitiş noktasına geldiğini, günümüzde yapılan resmin özgün türevleri olmaktan öteye gitmediğini ileri sürüyor.

Manzara ve figür resminin üstünde ise iki koyu gölge var; birincisi resmin günümüze değin hesaplaşma içinde olduğu ve bir türlü yenişemediği fotoğraf; ikincisi milliyetçi, faşist ve komünist yönetimlerin dayattığı vatan/ulus/işçi sınıfı/üstün insan toposlarını temsil eden kalıplaşmış resimler…
1960’tan sonra, örneğin manzara ve figürlü resim bu derin gölgelerden sıyrılıp, Monet ve Cezanne’ın ya da Picasso, Edward Hopper ve Francis Bacon’ın bıraktığı yerden varlığını sürdürmek zorundaydı. Sorunu önce pop-art çözdü; kitle ve tüketim kültürüne ödün vererek… Sonra da temsiliyetin kavramsallığını/yapısallığını gündeme getirerek kavramsal sanat ve minimalizm işin yönünü değiştirdi. Neresinden bakarsan bak sıradan bilgiyle kavranamayacak kadar karmaşık bir konu!

Dışarda durum böyleyken Türkiye’de resim başına buyruk bir serüven yaşıyor. 20.yüzyılın ilk yarısında üretilen resimlerin büyük bölümü devlet kurumlarında asılıydı, ya da zaman zaman çalınıp satıldığı söyleniyor. Bunun dışında kalanlar 1980’li yıllardaki sermaye birikimi ve karapara döneminde -postmodern kentsoylu ev dekorasyonunun parçası olarak- ressamların ailelerinden ve bitpazarlarından toplanıp dolaşıma girdi. Genellikle İstanbul sınırları içinde galericiden koleksiyoncuya, oradan müzayedeye ve yeni koleksiyoncuya dolaştıkça resimlerin fiyatları da giderek yükseldi. Birkaç bilinçli koleksiyoncu dışında, koleksiyoncuların hiç de seçici olmadıklarını da gözlemledik. Örneğin, Necdet Kalay ve İbrahim Safi’nin resimleriyle Komet ve Cihat Burak’ı aynı anda toplamakta sakınca görmeyen alıcılar vardı; kuşkusuz bu tür ölçüsüz bir karışımı aynı kişiye satmakta sakınca görmeyen satıcılar da… Banka temizliği döneminde, para aklama aracı olarak demirbaşlara giren koleksiyonların haciz dolayısıyla gündeme gelmesi ve nerede saklanacağı konusunda kimsenin fikri olmaması da yine Türkiye’ye özgü bir durum. Türkiye içinde elenip ayıklanmamış bir resim üretiminin Türkiye dışında sergilenmesi de zor; satıl(a)madığını da biliyoruz. Ne denli ustaca yapılmış olursa olsun, genelde, resimlerin yapıldıkları dönemdeki siyasal-ekonomik-toplumsal olgularla ve uluslararası akımlarla uyuşmazlık gibi, yerine oturmayan bir şeyler var. Tarihlerine bakıldığında bir ideolojik boşluk ve anakronizm söz konusu. Değerlendirmede de yukarıda sözü edilen epistemolojik ‘gölgeler’in etkisi hesaba katılmıyor.

Gecikmiş benzerlikler

Örneğin, Ali Avni Çelebi’nin nedense resimde çığır açtığı söylenen ‘Vitrin’ adlı resmi (1928-30) tüm öğeleriyle August Macke’nin 1913 tarihli ‘Moda Mağazası’ adlı resmine tekabül eder; oysa 1920’ler ve 30’lar Türkiye’de sert bir devrimin ve savaş ekonomisinin, Avrupa’da da dada ve sürrealizmin doruğa çıktığı yıllardır. İş gelir, 1900-1950 arasındaki erken modernizm örneklerinin Avrupa modernizmi ile karşılaştırmalı değerlendirmesinin yapılmadığına dayanır. Buna karşın, örneğin 1950-1970 arasında geç modernizminde ‘zeitgeist’ yansıtan beş sanatçının, gelenekten tam kopuşu gerçekleştiren Fahrelnissa Zeid, Sabri Berkel, Nejat Devrim, Mübin Orhon ve Modernizmle ilk hesaplaşan Altan Gürman’ın da tam anlamıyla değerlendirildiği söylenemez.
Resim üretiminin bilimsel ve nesnel değerlendirmesinin yapılması, yalnız bir modern sanat müzesinin içerik ilkelerinin kurulmasına yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda, sanat piyasası aktörlerinin ve alıcının talepleri doğrultusunda kalıplaşmış ve kiçleşmiş resim değerlendirmesine gecikmiş de olsa bir set çeker. Koleksiyonları halka açma ve modern sanat müzesi kurma sürecindeysek, önce kapsamlı bir ‘resim tartışması’ açmak ve taşları yerine oturtmak gerekiyor.