Tüketicilerin kontrolündeki piyasa

Radikal Kültür Sanat
26/01/2010

Türkiye’de 40 yıl içinde destek görmeyen bireysel girişimlerden, küresel kültür sanayinde söz sahibi olmaya aday bir sanat ortamına gelindi. Ancak kültür sanayinin hangi bölümünün söz sahibi olduğuna bakmak gerekiyor. Üretim bölümü mü? Tüketim bölümü mü?

İstanbul Bienalleri 1987-1995 yılları arasında Türkiye çağdaş sanatının uluslararası alanda tanınmasına katkıda bulundu.

2010 yılı İstanbullular için yoğunlaştırılmış bir kültür/sanat yılı olacak benim içinse 1979 sonbaharında başladığım çağdaş sanat serüveninde 30.yıl. Bu serüvene 30 yıl önce Utarit İzgi ve Ali Muslubaş’ın Maçka’daki mimarlık bürosunun zemin katında açtıkları ARMO Sanat galerisinde yönetici olarak çalışmaya başladım.

O dönemde Mimar Sinan Üniversitesi ve Marmara Üniversitesinin yarattığı sanat iklimi geçerliydi. Bu üniversitelerden mezun olan sanatçıların resim ağırlıklı üretimleri yanında dönemin aykırı çıkışları, iki ya da üç bilinçli galeriyle sınırlı izleyiciye ve birkaç alıcıya (koleksiyoncu) ulaşıyordu. En önemli öncü etkinlik, Mimar Sinan Üniversite’sinin düzenlediği Sanat Bayramı’ydı. Enstalasyon, bienal, küratör v.b. terimler ve işlevler henüz gündemde değildi.

40 yıl sonra, içe dönük, yalnız ve desteksiz bir ortamda düzeni değiştirmeye çalışan bireysel girişimlerden küresel kültür sanayinde söz sahibi olmaya aday bir sanat ortamına gelindi. Oldukça kısa bir süre sayılır; ancak kültür sanayinin hangi bölümünün söz sahibi olduğuna bakmak gerekir. Üretim bölümü mü? Tüketim bölümü mü?

İzleyen vardı alan yoktu

Yaklaşık 40 yıl önce, 70’li yıllarda başlayan ve 80’li yıllarda bağımsız grup sergileriyle var olmaya çalışan ‘çağdaş sanat’ üretimleri küçük bir izleyici kitlesine ulaşıyordu ama alıcısı yoktu, dedikÖ Koleksiyoncular 20.y ilk yarısında üretilen resimleri almaya başlamıştı. Yaşadıkları dönemin resimlerine ve diğer üretimlerine dönüp bakmıyorlardı. Bu ilgisizliğin 90’lı yılların sonuna kadar sürdüğü söylenebilir. Yerli üretimlere gösterilmeyen ilgi uluslararası üretimlere de gösterilmedi! İstanbul Bienallerine getirilen, ya da örneğin benim düzenlediğim onlarca uluslararası sergide sunulan İstanbul’a özgü indirimlerle alınabilecek yüzlerce yapıta koleksiyoncular dönüp bakmadılar bileÖ Ayaklarına kadar gelmiş bu yapıtlar örneğin 10 bin avroya alınabilecekken, bugün 100 bin Avro’ya bile alınamayabilir. Bu yitirilmiş olanaklara bakıldığında, bugün koleksiyoncuların çağdaş sanat üretimine gösterdikleri ilgiyi mercek altına almak ve onların gecikmiş çağdaş sanat coşkusu üstünden sanat değerlendirmelerine girişmemek gerekir.

40 yıl önce çağdaş sanat üretiminin önünde zorlu aşamalar vardı; özel sektör, devlet ve yerel yönetimler zamanında bu aşamaların kolay geçilmesini sağlayacak olanaklar yaratmadı. Sanat yapma biçimlerinin farklılaştığını, çeşitli sanayi malzemelerinin ve malların, çoğaltma tekniklerinin işin içine girdiğini, sanat yapıtının temsiliyet özelliğinin yerine siyasal, ekonomik, toplumsal düzene ilişkin bağlamlar kurma özelliği taşıdığını kanıtlamak bu aşamalardan en zoruydu.

İkinci aşama, bu üretimin uluslararası ortama tanıtılması ve rekabete sokulmasıydı. 1987-1995 arasındaki İstanbul Bienalleri, 90’ların başındaki iki Venedik Bienali katılımı bu aşamaya hizmet eden etkinliklerdir. Bu etkinlikler İstanbul odaklı uluslararası iletişimin temellerini oluşturmuştur; ancak bugün bile bu işbirliklerinin var olan üretimin gereksinimlerini ve beklentilerini karşıladığı söylenemez. Mikro düzlemde çağdaş sanat üreticisi kişisel olanakları ile sınırlıdır; makro düzlemde kültür sanayinin güçlü kurum ve bireyleri bu iletişim üstüne tekel oluşturma eğilimindedir.

Üçüncü aşama, iki kuşağın çoğalttığı, çağdaş sanat üretiminin sanat pazarı ve kamusal parasal olanaklarla desteklenmesi, Türkiye kültür politikası içinde bir anlam taşımasıydı. Bu üç aşama içinde en başarısızı da bu üçüncü aşamaydı. 30 yıl sonra, henüz sağlam bir uluslararası nitelik kazanmamış, yerel güdümlemelerle yürütülen bir sanat pazarı, gösteri etkinliği (spectacle) güçlü ama toplumsal sorumluluğu zayıf kültür sanat yatırımları bu aşamayı dolduracak nitelikler değil.

Anadolu ‘çeperde’ kaldı

Dördüncü aşama, çağdaş sanat üretiminin kitleler tarafından izlenmesini sağlayacak, Anadolu kentlerini yaşadıkları dönemin görsel sanatıyla buluşturacak kurumsal sistemin kurulmasıydı. Anadolu kentleri ‘çeper’ karakterinden çıkamadı, daha doğrusu artık bilinçli olarak çıkarılmadığını düşünüyorum. Günümüz sanat üretiminin demokratik açılımından geniş kitleler yararlanamıyor, görsel kültür etkinlikleri İstanbul’un merkez ilçelerinden öteye gitmiyor. Anadolu üniversitelerindeki sanat fakülteleri bu konuda atılım yapmaya çalışsalar bile, bu iş birkaç kesimin işbirliği içinde gerçekleştirebileceği bir değişim olduğu için, yeterli bir sonuç yaratamıyor.
40 yıl önce başlayan çağdaş sanat gelişmesinin yaratıcıları sanatçılardır; bu gelişmeyi başlatan ve 80’li ve 90’lı yıllar boyunca sürdüren sanatçıları ‘geçiş öncüleri’ olarak nitelendirmek gerekiyor. Bugün yapılacak herhangi bir retrospektif sergi bu geçiş öncülerinin işlerinden örnekleri kapsamıyorsa, sanat tarihi açısından yanlış, eksik ve anlamsız bir sergidir.

Piyasa aktörlerine dikkat

Sanatın özverili süreçlerle gerçekleşen kendine özgü ve dünya sanat ortamı ile bağlantılı gelişmelerini, geçici güncel eğilimlerle ve küçük bir alıcı-satıcı grubunun heyecanlı piyasa oyunlarıyla değerlendirmek de son derece sakıncalı! Bu nedenle, sanat üstüne yazanların, sanatla ilgilenenlerin sanat pazarındaki hareketlenmeyi ülkenin sanat ölçütlerini belirlemeye yönelik bir değerlendirme unsuru olarak sunanlara ihtiyatla yaklaşmalarını öneririm. Henüz yerel sınırları aşamayan sanat piyasasının aktörlerini ve bu piyasanın uyduları gibi çalışan herkesi bilirkişi olarak kabullenmemek daha bilge bir yaklaşımdır.
Bu saptamalarım post-modern iyimserlik ve pozitif düşünce çalışımı yanlılarına, ‘olumsuz’ ve ‘kötümser’ gelebilir. Buna karşın, belleksiz, ölçütsüz, dizginsiz, dayanaksız bir kültür / sanat tüketimine boyun eğmek de kültür sanayinin üretim bölgesinde ödün vermeden çalışan sanatçılara ve benim gibi onların çalışmasına 30 yıllık katkısı olanlara olumsuz ve kötü geliyor.