Sinop küresel sanat haritasına girdi

Radikal Kültür Sanat

29/08/2006

Sinop nükleer santral konusuyla gündemde bir kent. Sivil örgütler nükleer santralın Karadeniz’in bu güzel sahil kentine yapılmaması için çalışıyor.

SİNOP – Sinop nükleer santral konusuyla gündemde bir kent. Sivil örgütler nükleer santralın Karadeniz’in bu güzel sahil kentine yapılmaması için çalışıyor. Sinoplular bu çalışmaya ne kadar katılıyor? Nükleer santralın iş alanı açacağı söylentisi, ekonomik açıdan ihmal edilmiş olan bu kentin sakinlerinin aklını çeliyor mu? Direnişin başındakiler azimli ama endişeli; etkin sonuç alabilmek için yalnız Sinop dışındaki on binlerce Sinoplunun değil, bütün Türkiye halkının da bu direnişe katılması gerekiyor.
Otomobil plakalarına bakıldığında Sinop’un işlevi anlaşılıyor; sahili olmayan Kuzey ve Orta Anadolu kentleri için önemli bir tatil yeri… Bu koylar yakın gelecekte Karadeniz kıyısındaki bütün ülkeler için bir ‘Bodrum’ olabilir.
Karadeniz sahili boyunca bu işlevi taşıyan kent oldukça azken, acaba nükleer santral neden bu kente yapılır? Dahası, Sinop şimdiye değin ABD’nin SSCB’yi gözetleme yeri ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz karası olan bir zindanla (buraya cezaevi demek cezaevlerine haksızlık olur) anılırken şimdiden sonra da nükleer santralıyla mı anılacak?

Sinop’un ağır yazgısı

Devlet bu kente neden bu tür ağır bir yazgı dizisi layık görüyor?
Zindan 1996 yılında nihayet boşaltıldıktan sonra kültür merkezine dönüştürülmek üzere hazır bekliyor. Öncelikle şu soruları sormak gerekiyor; ussal bir yanıt bulmak olanaksızsa da… İnsan haklarına tümüyle aykırı, ya da daha gerçekçi olmak gerekirse gaddarlık ve şiddet için bir model olacak koşullardaki bir ölüm evi nasıl olur da 1990’ların sonuna değin bu kentin tam ortasında varlığını sürdürebilmiştir? Bu kentin sakinleri bu cezaevinin varlığına neden bu kadar uzun süre katlanmıştır? Zindan kapatılıp genel ziyaretçiye açıldıktan sonra neden bir müze gibi gezilebilmekte? İçindeki vahşet ve zulüm bir çeşit özlemli söylenceye dönüştürülerek anlatılırken, bir çeşit aklama yapılmıyor mu?

Sinop’un ekonomik koşulları içinde bu yapının bölgeye açılan uluslararası bir kültür merkezine dönüşmesi bir düş olarak kalabilir; eğer yön değiştirip, tarihi Sultanahmet cezaevi gibi beş yıldızlı otele dönüşmezse! Devlet, yerel yönetim ve özel sektör üçgeninde gerçekleştirilebilecek sancılı bir projedir, bu. Şimdilik kültür merkezi ile nükleer santral karşı karşıya direniyor; bu bilek güreşini hangi taraf kazanacak? Yoksa nükleer santrala evet denilince kültür merkezi ödül olarak mı verilecek? Nükleer santralın bulunduğu bir kenti kültürel ve turistik bir tesisin şirin göstereceği mi varsayılıyor?

Ziyaretçi sayısı beklenmedik bir biçimde yüksek; gelip görmek istedikleri şey bu cezaevinin insanlık dışı koşulları. İnsanları buraya acının ve şiddetin dayanılmaz cazibesi, ‘hapishane’ ve ‘mahkûm’ mitleri çekiyor. Bugün ziyaretçiler geçmiş mahkûmlara kader kurbanlarına-karşı bir görev biliyorlar burayı sessizce dolaşmayı… Halkın yaklaşımı böyle; ancak bu yaklaşımın gücü büyük suçluyu, devleti, yargılamaya yetmiyor.

Bu durum Sinopale (1. Uluslararası Sinop Bienali) için bir arka alan oluşturuyordu. Zindan sanatçıların halka bu mekânı nasıl değerlendirmeleri gerektiğini anlatmaya çalıştığı bellek yüklü ve zorlu bir mekân. Sinoplular ve yerli turistler belki ilk kez günümüz sanatının köktenci biçimleri ve içerikleriyle karşılaştılar; ama yine de zindanın yansıttığı görüntü yanında sanatın görüntüsü yumuşak ve masum…

Bienal bir üretim süreci şeklinde düzenlenmişti; her gün yeni bir sanatçı Sinop’a geldi ve işini kurdu. İzleyici de her gün bienal programını izlemeye geldi. Bu bağlamda -halkın bilinçlendirilmesi ve sanatçılar ile doğrudan ilişki içinde olması açısından- küratör Melih Görgün’ün Sinopale’yi gerçekleştirmesi yeniden bilinçlenme için çok gerekli bir eylem. Bilindiği gibi, Türkiye cezaevi sorununu 2000-2001 arasında kanlı bir biçimde bastırdıktan sonra unutulmaya terk etti.

Sinop’a gelen ya da işini gönderen 50’ye yakın sanatçı cezaevi gerçeğini bir açımlama-ayrıştırma masasına yatırdılar; halkın zindanı özlemli söylenceye dönüştürme eğilimini bir biçimde engelleyen ve eleştirel bakış açısı veren bir yapıt dizisi sundular. Örneğin Andre van Bergen koğuşlardan birisine kurduğu kapan koğuşun içindeki gerilimin görsel ve işitsel görüntüsünü yansıtıyordu. Lerzan Özer’in bir gardiyan odasına astığı dikenli tellerden yapılmış ‘Sweet’ (tatlı) yazısı, Mürteza Fidan’ın iki yer tartısı üstüne yerleştirdiği kurşun kovanı ve serum ampulleri dolu iki kova ölüm kalım ikilemine göndermeler yapıyordu. Handan Börüteçene, İpek Aksüğür Duben, Walter Bergmoser farklı yöntemler ve malzemelerle zindanın belleğini kurcalayan işleriyle izleyiciyi ayrıntılara doğru yönlendirdiler. Nobuho Nagasawa ve Antonio Riello, koğuşları cezaevi duvarları içine ulaşması olanaksız seslerle doldurdu.

 Mahkûmlar üzerine

Marc Rees-Neil Davies ikilisi erkek mahkûmların ilişkisi üstüne, Nezaket Ekici de kadın mahkûmların çektiği çile üstüne performanslar yaptılar. Emre Koyuncuoğlu yönetiminde bir grup oyuncu ve dansçı izleyiciye iki saatlik açıklamalı bir zindan gezisi gerçekleştirdi. Kimi sanatçı çevre ve savaşla ilgili güncel konulara değindi. Sinan Niyazioğlu Türkiye, Almanya ve İran’dan katılan sanatçıların nükleer santral üstüne yaptığı afiş sergisini düzenledi; Alpaslan Baloğlu nesli tükenmekte olan Gerze horozlarını, Mohaç Yücel kaleydoskopla incelenebilen Lübnan bombardımanını, Ekmel Ertan televizyonun araçsallaştırdığı bireyi işaret eden işlerini sundular. Sinop’tan ayrıldığımda yeni işler yerlerini alıyordu.

Melih Görgün’ün belediye, Kültür Bakanlığı ve özel sektörden aldığı desteklerle düzenlediği bu uluslararası etkinlik kuşkusuz Sinop’u, nükleer santral haritasına girmeden önce küresel sanat haritasına oturttu.