Savaşın yaraları sarılıyor

Radikal Kültür Sanat

10/07/2002

Savaşların ardından, örneğin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sürrealizm, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra popart gibi önemli sanat…

Savaşların ardından, örneğin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sürrealizm, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra popart gibi önemli sanat akımlarının ortaya çıkması şaşırtıcı değildi.
Sanki, yorgun bedenleri, yıkılan ruhları ancak sanat canlandırabiliyor,
iyileştirebiliyordu. Bu hâlâ geçerli olmalı ki, Balkanlar’daki 90’lı yıllar savaşının yaraları sanatla sarılıyor. Soros Vakfı’nın girişimleriyle başlayan ve hemen bütün Doğu Avrupa, Balkan ve eski SSCB ülkeleri başkentlerinde açılan çağdaş sanat merkezleri, Soros’un çekilmesinden sonra da yerel kaynaklardan beslenerek varlığını sürdürürken, sivil örgütlerle işbirliğine giren Avrupa Birliği kültür odakları yeni merkezler kurduruyor ve projeler yürütüyor. Şimdilerde en gözde proje olan ‘Apollonia’ Güney-Doğu Avrupa ülkelerini kapsıyor, hem bölgenin sanat aktörlerini sergilerde ve sempozyumlarda buluşturuyor hem de genelde şimdiye değin yalıtılmış sanat çevrelerini internet üstünden bilgilendiren bir ilişkiler ağı oluşturuyor.

Saraybosna için üretilen ‘iş’ler

Kendimi, Avrupa’nın Balkanlar’da kendini aklama eylemi demekten alıkoyamadığım bu destekler içinde en büyüğü kuşkusuz Saraybosna’da 1992’den bu yana kurulmakta olan Ars Aevi Çağdaş Sanat Müzesi’ne veriliyor (bkz. http://www.arsaevi.org/). Burada eklemek gerekir ki, Avrupa’dan gelen olağanüstü desteğe karşın bu müze bir grup Saraybosnalının hayranlık uyandıran girişimi ve çalışmasıyla gerçekleşiyor. Bu müze konusunda bu sayfalarda 20 Ağustos 2001’de kapsamlı bir yazım çıkmıştı.
22-25 Haziran günlerinde bu gelişmekte olan müzenin 10. yılı kutlaması yapıldı. Kutlama aynı zamanda müzeyi ırmağın karşı yakasına bağlayan köprünün açılışını, müze binasının temelinin atılmasını ve bugüne kadar müzenin kuruluşunda etken olan geniş bir sanat çevresinin katıldığı sempozyumu içeriyordu. Kusursuz kutlama organizasyonunu gerçekleştiren ekibin yaş ortalamasının 20 olması da dikkati çekiyordu.

Bundan bir yıl önce 49. Venedik Bienali’nde elinde büyük bir kara çanta taşıyan, beyaz saçlı ve sakallı olmasına karşın genç yüzlü bir adam benimle konuşmak istediğini söyledi; yanında bir çevirmen vardı, çünkü birbirimizi anlayacak ortak bir dilimiz yoktu.

Ars Aevi’nin kurucusu Enver Hacıömerspahic, çantasından belgeler çıkararak bana müzesini anlattı ve bu müzenin destekçilerinden birisi olmamı istediğini söyledi. Bu kuşkusuz  bir onurdu, ama aynı zamanda içim burkuldu; uluslararası modern sanat müzesi/çağdaş sanat müzesi kurmayı başaramayan bir kentte yaşadığımı düşündüm… Bütün destekçilerden istenen şey şu: ülkenizin bir kentinde bir sergi düzenleyin ve bu sergiye katılan sanatçılardan yapıtlarını Ars Aevi’ye bağışlamalarını isteyin. Böylece, müzenin koleksiyonu gelişigüzel toplanmış yapıtlardan değil, özellikle Saraybosna için üretilmiş yapıtlardan oluşuyor. 10 yılda bu sistemle müzeye Milano (Enrico R. Comi), Prato (Bruno Cora), Lubliyana (Zdenka Bodovinac), Venedik (Chiara Bertola), Viyana (Lorand Hegyi) gibi kentlerde oluşturulan sergilerden yapıtlar toplanmış; 2002 yılı kataloğunda bütün koleksiyon belgeleniyor. Şimdi, benden istenen de İstanbul, Kahire, Beyrut v. b. Ortadoğu ve Akdeniz kentlerinden sanatçılarla bir sergi oluşturup, yapıtların bu müzeye bağışlanmasını sağlamak… Saraybosna’daki özel uçağıyla gelen Renzo Piano’nun bu müzeye ayrı bir değer verdiği anlaşılıyor; müzenin inşaatı için gerekli 20 milyon doların hemen toplanamayacağının bilincinde olarak, küçük yapım aşamaları planlamış. Köprünün önce yapılmasının nedeni, müzenin bulunduğu alanın kentin iki yakasındaki insanlar tarafından rahatça kullanılması ve insanların yapı alanından geçtikçe, müzeye alışması. Piano, bu alanda yer alan sosyalist dönemden kalan geç modern müze binasını, yeni yapılacak binanın matriksi olarak almış ve yeni binayı bu müzeye koşut planlamış. Kuşkusuz, yalnız bu konum ve eski müze değil, 200 yapıtlık koleksiyonun hazır olması, yapıyı ‘çevreye ve koleksiyona göre müze’ sınıfına sokuyorsa da, Saraybosna bu yapı dolayısıyla Avrupa kültür haritasında ayrıcalıklı bir yer kazanacak; tıpkı iki yıl öncesine kadar adını kimsenin anmadığı Bilbao gibi…

Örnek alınması gerekenler

Burada örnek alınması gereken bir irade var: Sıfırdan başlamak; var olan durağan bürokratik kültür sistemini hızla sollamak; uluslararası kurumlardan ‘knowhow’ istemesini bilmek; parasal zorlukları aşmak için stratejiler  oluşturmak; müze içeriğini ‘ulusal’ üretimlerle doldurmamak yürekliliğini göstermek; genç kadrolarla çalışmak; halkın, bağış yapan sanatçıların, sergileri gerçekleştirenlerin güvenini ve desteğini kazanmak…

Avrupa, haziran ayını Manifesta, Dokumenta gibi ‘ağır kültür’ etkinlikleriyle geçirdi; Saraybosna’da Ars Aevi olayı Dünya Kupası gölgesinde kalmadı; Türkiye ise futbola kilitlendi ve kültür bir yana, aynı anda yaşadığı ekonomik ve siyasal felaketleri bile yuttu. 30 Haziran tarihli Cumhuriyet gazetesinin baş sayfasındaki ‘Mutluluğun Fotoğrafı’ (ulusal futbol takımının grup fotoğrafı) altındaki yazı bir benzeti yapıyordu; şiir, resim, gol arasında bir karşılaştırma… İlhan ve Hakan’ın golleri usta bir sanatçıyı kıskandıracak güzellikteymiş… Söylem açısından patolojik, estetik açıdan ‘kitsch’ bir benzetme! Futbolun, sanatın -tual, fırça, renkli boya olarak olarak sanat- yerine göz diktiğini de böylece öğrenmiş olduk!
Gerçekte soru şudur: Sanat ve kültüre futbola yapılan yatırımın binde biri yapılmadığı için Türkiye, olası bir ‘Dünya Kültür/Sanat Kupası’ için bir aday olabilir mi?