Sanatın ne önemi var!

Radikal Kültür Sanat

18/03/2005

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’nin güzellik kraliçeli tanıtım filmi için milyon dolar harcamış, ama Venedik Bienali’nde kurulacak Türkiye pavyonuna destek vermemişti

Doğal olarak bir bakan istifa edince, ardından onun ne yaptığı ya da yapmadığı konuşulmalı, diye düşünüyorum. Kültür ve Turizm Bakanı’nın istifasının ardından sanat ve kültür bağlamında bu tür bir irdeleme gündeme gelmedi; yalnız istifasının Meclis aritmetiğine ve borsaya etkisi konuşuldu.

Bu bakan -üyesi olduğu partinin politikası gereği, ya da kendisi uygun gördüğü için-bütün eleştirilere karşın Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığını birleştirmişti. Dünyada değilse bile, eşiğinde durduğumuz AB’de böyle bir örnek yok; bu tuhaf birleşme çok gerilerde kalmış bir model ve kültürü tatil köyü eğlencesi olarak tescil eden bir yaklaşım. Bu birleştirme uzunca bir belirsizlik dönemi yaratmıştı; bir takım bürokratlar topluca yer değiştirmiş, bakan dışardan bir grup danışman getirerek işleri onlara devretmişti. Bu değişiklikleri yaşayan bürokratların ve diğer çalışanların, o gün bugündür seslerinin çıkmaması da ayrıca şaşırtıcı.

Ben söz konusu bakanın makamına 50. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu dolayısıyla TC Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Tanıtım Dairesi tarafından zar zor alınan bir randevu ile çıkabilmiştim, 2002 sonbaharında. Türkiye’nin Venedik Bienali’ne katılımının önemi ve bakanlığının bu katılım için olmazsa olmazlığı kendisine ayrıntılı bir biçimde anlatıldı. Konuyu anladığına ve gerekeni yapacağına bizi ikna etti. Sonuç: Bakanlık Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’na sıfır kuruş, sıfır destek verdi!

Ardından Maçka Sanat Galerisi’nin Fransa’da Cholet Müzesi’ndeki sergisi gündeme geldi; Rabia Çapa, bizzat bakana başvurdu ve destek istedi. Destek vereceğiz, yapıtların nakliyesini yapacağız sözü verildi. Sonuç: Sergiden 10 gün önce bakanlık sözünü geri aldı ve sıfır destek verdi. Bir de Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye şubesini kurduğumuzda başvurduk… Buna hiçbir yanıt almadım.

17 Ağustos 2004 tarihli Radikal’de de söz konusu bakana şu soruları sormuştum: Acaba bu ülkenin yaratıcı insanlarının yıllardır nasıl ayakta durduğunu merak ediyor musunuz? Proje yok dediğiniz bu ülkede, Kültür Bakanlığı’nın yaratıcı insanları destekleyen herhangi bir projesi var mı? Varsa, bu projeleri bakanlığın web sayfasında yayımlayabilir misiniz? Yanıt almadım. Bu da uğraştığım işlerin onun hiç gündeminde olmadığı anlamına gelir.

Kuşkusuz, bakanlıktan yıllardır destek alanların sayısı hayli kabarık; burada bizlerin bilinçli davranıp, her yıl bakanlıktan destek alan projelerin açıklanmasını talep etmemiz gerekiyor. Neden destek almaya hak kazandıklarını bilmemiz gerekiyor; nerede yanlış yaptığımızı anlayabilmek için…

Söz konusu bakan, kendinden önceki bütün bakanlar gibi, yalnız kültür sanayii içinde oyuncusu ve izleyicisinin sayısıyla tanımlanan ‘sultanların dansı’ gibi gösteri sanatlarına ve milyon dolarlık güzellik kraliçeli tanıtım filmine odaklanmıştı. Kültür Bakanlığı’nın politikasında ‘çağdaş sanat’ın yer almadığını bu arada fark etmemişti anlaşılan; dolayısıyla Venedik Bienali gibi küresel kültür politikalarının cirit attığı alan ona pek bir şey ifade edemezdi. Oysa, bakan kendi imajını ‘yeniliğe açık’, ‘değişimden yana’ gibi nitelikler üstüne kurdu; birtakım değişiklikler de yaptı, ya da yapmak üzereydi.

Yeni bakana sorular

Giden bakan söz konusu değişiklikleri, Kültür Bakanlığı’nın zaten yıllardır kopuk olduğu dışarıdaki -buradaki dışarıdaki İstanbul da olabilir- sanat ortamı ile hiç tartışmadan, adını sanını bilmediğimiz danışmanlarıyla yaptı. Yapılan değişiklik, şimdilerde moda olan biçimde ‘özelleştirme’ ve ‘proje’ üstüne temelleniyor ve bakanlığın bugüne değin atıl ve batıl kalmış bütün ‘güzel sanatlar merkezleri’nin kullanılır duruma getirilmesini, sponsorların vergi indiriminden yararlanarak sanat ve kültüre daha fazla yatırım yapmalarını, projesini getirenin belirli koşullar içinde desteklenmesini içeriyor. Bütün bunlar, gerçekten sanat ortamının beklentileri içinde yer alıyor; ancak burada şu soruları sormadan edemeyeğim:

Söz konusu yeni yapılanmayı gerçekleştirecek, sponsorların yatırımlarını denetleyecek, projeleri değerlendirecek olan kadrolar, iyi ve kötü bütün boyutlarıyla yaşamakta olduğumuz AB ve ABD odaklı küresel sanat sistemi konusunda bilgilendiriliyor mu? Bu kadroların küresel sanat ortamı ile ilişki ve iletişim ağı kurulmuş mudur? Bu kadrolar ‘devlet memuru’ statüsü içinde ne kadar bağımsız? Kurulacak sistem, karşısındaki AB sistemi ile bir diyaloğa, iletişime girebilecek mi? Goethe Institut, AFAA, British Council gibi bir ülkeyi küresel bağlamda temsil eden ama bağımsız ve özerk türden kuruluşlara benzer bir kuruluş içerecek mi? Bu kadrolarda görev yapan insanların sanat ve kültür görüşleri nedir?

Giden bakan bu sorulara hiç yanıt vermeden gitti; başladığı değişimi yarım bırakarak. Onu başka bir alanda, önemli işlere soyunduğunu gördüğümde, inanmak için benim bir nedenim olamayacak. Sanat ortamı şimdi yeni bakanın görüşünü, tavrını merakla bekliyor. ‘Bu köktenci değişiklikleri yapacak mı, yoksa bambaşka projeleri mi var?’ sorusu da yanıt bekliyor. Ve bütün bunlar, AB’ye girme sürecinde ‘çağdaş kültür’ denilen olgunun öneminin farkına varıldığı sırada oluyor.