Sanat tarihle yüzleşiyor

Radikal Kültür Sanat

11/12/2001

Doğu Berlin’de açılan ‘Nazi Ordusunun Suçları’ sergisi kenti birbirine kattı. Almanlar geçmişleriyle yüzleşiyor, çünkü onların bilinçli kuşaklardan korkan siyasetçileri yok

İSTANBUL – Günümüzde toplumların alnında, kimi kara leke olarak duran geçmişi sanat aracılığıyla gündeme getirmek, olayın kendisinden daha sakıncalı oluyor, nerdeyse. Türkiye’de ‘Salkım Hanımın Taneleri’, ‘vatan hainliği’ bağlamında gündeme oturup, dokunulmaz konuların, kafa karıştırıcı bir biçimde ortalığa saçılmasına neden olurken, Berlin’de Kunstwerke Sanat Merkezi’nde açılan bir sergi neo-Nazilerle Nazi karşıtlarını meydanlara döktü.

Duvar yıkıldıktan sonra 10 yıl içinde yepyeni olan eski Doğu Berlin’in Yahudi mahallelerinden Oranienburger Tor ve Haeckische Markt sanatın odaklandığı bir çevre olarak dikkati çekiyor. Augustus Strasse’deki, savaş öncesi ABD’ye kaçabilmiş bir Yahudi ailesinin sabun fabrikası

olan Kunstwerke, 90’lardan beri Berlin’in çağdaş sanat ortamında uluslararası eğilimleri yakalayan sergileriyle dikkati çekiyor. Söz konusu ‘Verbrechen der Wehrmacht’ (Nazi Ordusunun Suçları) başlıklı sergi, gerçekte bir sanat merkezinde değil, bir tarih müzesinde gösterilmeliydi, ileri gelen sanat uzmanlarına göre. Çünkü sanat merkezinde gösterildiği anda içerik, biçimle vurgulanarak daha da güçleniyordu.

3 bin 500 neo-Naziyi, 4 bin Nazi karşıtını ve 4 bin polisi karşı karşıya getiren sergi, Almanya’da 20. yüzyılda bitirilemeyen hesaplaşmayı 21. yüzyıla da taşıdı. Spiegel dergisinin çıkardığı özel sayıların ilkinin ‘Nazi Almanyasının Uzun Gölgesi’

başlığını taşımasına bakılırsa, zaten zaman içinde Hitler’in gölgesi küçülmedi, büyüdü…

İlk kez 1995’te Viyana Arşivi’nden derlenen fotoğraf ve belgelerle oluşturulan ve Almanya’da dolaşması planlanan sergi, sonra uzmanlar tarafından kimi yanlışların saptanmasıyla kapatılmış.

2000 yılında başka bir uzman grup sergiyi yeniden düzenlemiş. Bu kez Prag Askeri Tarih Arşivi’nden belgeler ve fotoğraflarla tamamlamış. Sergide, Sovyet Yahudilerinin ve askerlerinin uğradığı kıyım, çalışma kampları, partizan savaşları ve diğer savaş cinayetlerine ait fotoğraflar ve metinler bir savaş mahkemesi benzeri düzenleme içinde sunuluyor.

Suçlu gibi izliyor…

Sergi tasarımcısı Andreas Heller her konu için bir mekân oluşturmuş ve bu mekânlara cam hücreler yerleştirmiş. Hücrelere girenler önlerindeki belgeleri incelerken, dışarıdaki izleyiciler tarafından tıpkı bir suçlu gibi izleniyor… Sonuçta, sergi karanlık geçmişi, özellikle bellek zayıflığı olan kuşaklara, bir metafor olarak sunuyor.

Bu sergi sürerken Almanya’nın 6000 yıllık tarihini gösteren ve günümüzde Almanya’nın birleşmesini simgeleyen Ulusal Müze, 2 Aralık’ta Berlin’in gururu olan Museum

İnsel’de (Müze Adası) görkemli bir törenle açıldı. Ziyarete açılan Liebeskind’in Yahudi Müzesi yetmiyormuş gibi, Berlin’in ortasında büyük bir bellek anıtının yapımı da sürüyor. Tartışmalar sonucunda ABD’li mimar Peter Eisenmann’ın soykırım anıtı projesi uygulanmaya başladı. Son yıllarda neo-Nazi hareketinin odağına oturan Viyana da, tepkilere karşın bu bellek anıtı işini gerçekleştirdi. Rachel Whiteread’in oda biçimindeki yapıtı, Yahudi Meydanı’nındaki bir sinagogun temelleri üstüne yerleştirildi.

Sanat aracılığıyla tarihi yeniden irdelemek ve bunu yaparken gerekli belgelere ulaşabilmek ve bu belgeleri sergileyebilmek bir hak ve özgürlük konusu; örneklerde olduğu gibi, aşırı sağcılardan tepki gelse bile sanat er geç bu hakkı ve özgürlüğü kopara kopara alıyor. Geçmişi gündeme getiren sanat yapıtlarının ve özerk, bağımsız, bilimsel bir yapıya sahip olması önkoşuluyla müzelerin ve belgeliklerin toplumun kendini tanımasında önemli bir araç olduğunu bilmek gerekiyor. Bu tür sergilerin ve müzelerin Türkiye’de henüz oluş(a)madığının da altını kalınca çizelim; oysa genç kuşağın belleğine yerleşmesi gereken yeterince olay var yakın tarihimizde.

Belleği tazelemek gerek

1983’teki Anadolu Medeniyetleri Sergisi ile başlayan ve Tarih Vakfı’nın düzenlediği sergilere kadar uzanan bir dizi etkinlikte toplumsal travmalara, göçlere ve kıyımlara ya hiç değinilmedi ya da kıyısından değinildi. Toplumun belgelere dayanan sanat yapıtlarını görerek belleğini tazelemesi,

özeleştiri yapması bilinçli olararak geciktirildi. Nedense, toplum da kendisine bu hakkın neden verilmediğini sorgulamayı erteliyor…

Öte yandan eleştiri ve irdeleme yalnız görsel-nesnel sanat yapıtlarında boy gösterdiği halde toplum bu sergilere de gereken ilgiyi göstermekte gecikiyor.

‘Salkım Hanımın Taneleri’ gibi ortak belleği ancak örtük ve çekingen biçimde tazeleyebilen bir film bile, devletin kültür politikasının piramidi olan TRT’de gösterilince kıyamet kopuyor. Sorun, karşılarında geçmişini, bugününü, geleceğini yorumlama/anlamlandırma özgürlüğü olmayan bir kitle isteyen bu siyasetçilere sanat özgürlüğünün demokrasi ve küresel ekonomi içindeki ağırlığını anlatmaktan vazgeçip onlardan bir an önce kurtulmayı öğrenememiş olmakta…