Sanat için ısınma turu

Radikal Kültür Sanat

01/10/2001

Beral Madra, Hasan Bülent Kahraman ve Erdağ Aksel’in küratörlük, Bedri Baykam’ın sanat dergiciliği üzerine yazdıklarını ele alıyor: Uluslararası sanat için henüz ısınma turları atıyoruz

İSTANBUL – Küratörlük ve dergiler hakkında bu sayfalarda tartışma açıldı. Yazılarımda, çağdaş sanat üretimi ve tüketiminin önünü tıkadığına inandığım kimi sorunları irdeliyorum ve örnekleme yapmaktan çekinmiyorum. Düşüncede ve uygulamada savunduğum sanat ortamının değerli aktörlerinden katkılar/yanıtlar geldi. Radikal de bu tür tartışmaya yarım sayfa ayırıyorsa, bu işte bir keramet var, diyerek tartışmayı sürdüreyim.

Küratörlük konusunda H. Bülent Kahraman ve Erdağ Aksel’den ayrıntılı ve aydınlatıcı yazılar çıktı; kayyum ve sinektör terimleriyle bu alanın sözlüğü zenginleşti.

İşlev ve içerikler irdelendi. Arada sırada küratörlük/kayyumluk/sinektörlük yaptıkları için, konuyu içinden biliyorlar. Yerel ve yabancı küratör örnekleri ve yapılan işler ortada ve eleştiriye açık.

Sanat kaymağı büyürse

Sonuçta, şimdilik küratör/sinektör/kayyum yerel güncel sanat ortamında iktidar olarak görünüyor. Her ne kadar -pastanın küçüklüğü dolayısıyla- bu iktidarın kaymağını yemek henüz söz konusu değilse de, ilerde kaymak daha iştah açıcı bir duruma gelebilir düşüncesiyle, şimdiden önlem mi almamız gerekiyor?

Sanatçıların yerel ortamda olmasa bile, uluslararası ortamda küratör/kayyum/sinektör ile çalışması şimdilik kaçınılmaz görünüyor; bizim kıyısından içine girmeye çalıştığımız uluslararası sanat sistemi böyle çatılmış. Büyük sermayenin desteklediği sanat ortamlarında küratör/kayyum/sinektör, galeriler (kâr amacı güden), koleksiyoncular (kâr etmek isteyen) ile müzeler/merkezler (kâr amacı gütmeyen) arasında bir aracı (komisyoncu) gibi iş görüyor. Bu, açıkça dile getirilmeyen, ancak herkes tarafından bilinen çelişkili bir iş!

Bu bağlamda, o ortamlarda sanatçılar, küratörlük/kayyumluk/sinektörlük yapmaya talip olmuyor; sanatçı kendine bu aracılığı yakıştırmıyor. Olanakları/seçenekleri az ortamlarda ise sanatçılar bu işe talip oluyor-olanak yaratma ve sanatçılar arasında dayanışma gibi durumlara bağlı olarak!

İstanbul Bienali dışında hemen bütün bienaller ve büyük sergiler küratör gruplarıyla yapılıyor; yani iktidar dağıtılıyor (örneğin, Documenta Kassel, Manifesta, Kwang Ju, Sydney, Tirana, Johannesburg). Venedik ve Sao Paolo Bienali de tek küratörlü, ancak bunlarda bağımsız ulusal pavyon sistemi de var. Genel kanı, dünyadaki sanatın tek kişi tarafından kavranamayacak kadar çoğul, karmaşık olduğu ve sanatçıların farklı görüşlerdeki küratörler tarafından temsil edilmeleri gerektiği. Tirana Bienali 35 küratör davet ederek rekor kırdı ve bu konuya nokta koydu.

Kalorisi yüksek saldırı

Bienallerde dünyanın her köşesinden getirilip sunulan yapıtlar, geldikleri coğrafyaların bütün olgularını içeriyor. Geleneksel, etnik, alt, üst, alçak, yüksek kültür ya da tüketim kültürü yüksek teknolojiyle ya da geleneksel sanat teknikleriyle, siyasetten ekonomiye, cinsellikten ölüme, doğadan bilime her çeşit kavram ve içerikle önümüze getiriliyor. Metaforlar ormanı olan bienallerin durduğu yer yüksek kültür platformu; kullandığı yöntemlerse tüketim kültürü yöntemleri. Bienallerin değeri/düzeyi de buna göre belirleniyor. Bu yüksek kültür platformu tüketim kültürü yöntemlerini kullanırken yüzde kaç ödün vermiş? Ödün yüzdesi ne kadar düşük olursa, o bienal o kadar önemli oluyor.

“Kalorisi Yüksek Çelişkiler” yazısında Bedri Baykam, belleğim beni aldatmıyorsa, yıllardır konuştuğumuz, ortak saptamalar yaptığımız iki soruna -yüksek kültür/tüketim kültürü arasındaki ikircikli/kaygan ilişkiye ve uluslararası çapta bir dergiye sahip olmayışımıza- artık başka bir yerden baktığını açıklıyor. Yazımı ve düşüncelerimi

okuyucunun belleği olmadığını varsayarak dilediği gibi saptırarak, çelişkili ve abartılı bir biçimde, kendi dergisine odaklıyor; doğrusu yazısını yazımla ilişkilendirmekte güçlük çektim.

Yazımda yalnız bir kez ‘Baykam’ ve ‘Skala’ geçiyor; o da sanatçıların özveriyle yönettiği ve sesini duyurduğu dergiler kapsamında… Sanırım Baykam, benim irdelememden sonra dergisinin özelliğini/ yerini/kimliğini saptayabilmiş. Bu yeri çok sağlam bulmuyor ki, coşkulu ve karmaşık bir savunma yapıyor. Yazar olarak da değer verdiğimiz Baykam da yazısında 20 kez anmış adımı. Bir adım bile geriye almayı düşünmediğim saptamalarımı evirip çevirerek, dergisini bir kez de basında bu tür yazı yayınlama olanağı az olduğu için paylaşılamayacak kadar değerli olan- bu gazetenin kültür sayfasında tanıtmış oldu, böylece.

Uzmanlığa ve tek alanda derinleşerek çalışmaya inandığım için, yayıncılık gibi bir mesleği de repertuvarıma almak gibi bir niyetim hiç olmadı ve olmayacak; ancak bu, içinde çalıştığım alanı etkileyen dergiler hakkında düşüncelerimi söylemeye engel değil! Çok biliyorsa kendisi dergi çıkarsın, demek, tartışmayı oldukça sığ bir düzeye çekiyor. Düşüncelerim derginin ideolojisini hırpalamış olabilir; ancak bunu sanata zarar vermek olarak değerlendirmek de kalorisi yüksek saldırganlık olarak nitelendirilebilir.

Tartışmalar, eğrisiyle doğrusuyla 1987’den bu yana İstanbul bienallerinde kamuoyuna sunulan uluslararası sanat ölçütlerine, stratejilerine, yaptırımlarına henüz ısınma turu içinde olduğumuzu ve bu bienaller dolayısıyla geliştirmemiz beklenen bağımsız ve etken sanat kimliğini oluşturma sürecinde olduğumuzu gösteriyor.