Parçaları birleştiren medya

Radikal Kültür Sanat

28/09/2006

Medya kültür sanayinin etkili bir aracı. Medya uzmanlık, meslek ahlakı, özgür ifade ve eleştiri, çıkar mekanizmalarına karşı direnç gibi niteliklere sahip olduğu ölçüde Türkiye sanat ortamında olumlu rol üstlenebiliyor

Radikal 10. yılını kutluyor. Ben de 10 yıldır bu sayfalarda ayda bir kez 5 bin vuruşluk hakkımı kullanarak okuyuculara düşüncelerimi iletebildim. Günümüz sanat üretimi, kültür sanayii, uluslararası sanat ortamları ve etkinlikler üstüne 100’ü aşan yazım yayımlandı. Radikal yöneticilerine bana bu olanağı verdikleri için teşekkür etmek ve sayfaların oluşturduğu düşünsel ve eleştirel platformun Türkiye sanat ortamına katkılarından söz etmek istiyorum.

Radikal okuyucuları bu sayfalarda ayrıntılı ve çok yönlü sanat/kültür haberleri yanında sanatın her alanından yerli ve uluslararası sanatçı, sanat uzmanı ve kuramcısının düşüncesini, yorumunu, eleştirisini izlemek olanağını buluyor. Kimi zaman sanat ortamının tuzu biberi olan görüş ayrılıkları, çekişmeler ve sert tartışmalar okuyucuya yansıtılıyor. İzleyici bu sayfalarda bütün sanat ortamını farklı yönleriyle izleyebiliyor. Sanat üretiminin oluşum sürecine ilişkin gerçekler ve sorunlar ile üretimin kitleyle karşılamasında ve tüketiminde ortaya çıkan sonuçlar arasındaki ikilemli ilişki olabildiğince yansıtılıyor.

Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun (*) 60’lı ve 70’li yıllarda sözünü ettiği simgesel ya da kültürel sermaye Türkiye’de nihayet 10 yıldır belirginleşti ve ekonomik sermaye yanında yerini aldı; bu iki sistem, içeriklerde bağımsız olsa bile çıkarlarda birbiriyle ilişkili.

Kültürel/simgesel sermaye karmaşık bağıntılar, ilişkiler ve süreçler içeriyor; her aşamada işin içine farklı kimlikler, duruşlar, amaçlar, çıkarlar giriyor ve bunlar çoğu zaman birbiriyle çatışıyor, çelişiyor. Biçimin ve görsel olanın yanında içeriklerin, söylemlerin, kavramların kitlelere yansıtılması gerekiyor. Örneğin günümüz sanat üretimi çokça günlük yaşam deneyimlerini kullanıyor, ama ortaya çıkan sonuç beklendiği kadar basit olmuyor; izleyici karmaşık bir düşünce kümesiyle karşılaşabiliyor. Ya da, farklı görüş ve anlayışların ve bağlamından koparak yalnızlaşmış ideolojilerin bir arada var olmasına izin veren ve birbirine benzer etkinliklerden oluşan bir sanat üretimini algılamak izleyici için hiç de kolay olmuyor. Karmaşık sanat/kültür üretimini, kitlenin anlayacağı bir düzleme çekip yansıtmak ve yaymak, sanat üretimi/tüketimi sürecinin örgensel bir parçası. Medya ve reklam sektörüyle birlikte sermaye ile iç içe geçmiş bir ilişkiler ağının içindeki basın, söz konusu simgesel gücün önemli bir organı.

Bu üçlü ittifak, içinde tarafsız, nesnel, bağımsız olma gibi ölçütler içeren sorumluluğun ya da ikilemin üstesinden nasıl geliyor? Ekonomik sermaye ile simgesel sermaye arasındaki aracılığını nasıl kullanıyor? Ya da Türkiye’deki resmi kültür/özelleştirilmiş kültür, modernist biçimcilik/post-modernist kaytarma karşıtlığı içinde işlevlerini nasıl yerine getiriyor?

Bu soruların yanıtında uzmanlık, meslek ahlakı, özgür ifade ve eleştiri, bağımsızlık, çıkar mekanizmalarına karşı direnç gibi nitelikler yer alıyorsa bir sorun yok, kuşkusuz.

Sorun, ekonomik sermayede olduğu gibi simgesel sermayenin de eşit paylaşılıp paylaşılmadığı üstüne odaklanıyor. Hedef kitlesinin çeşitli ve geniş olması, bölgesel farklılıkların giderilmesi, kitlenin duygu, düşünce, bilgi, deneyim farklılıklarının gözetilmesi gibi işlemler bu eşitliği sağlıyor.

Türkiye’de kültür sanayinin oldukça parçalı görüntüsü var! Çeşitli güç odakları kültür sanayi yapısını kendi ideolojileri ve çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışıyor. Resmi kültür yönetimi hükümetlerin kültür politikaları doğrultusunda biçimlendirilirken, yerel yönetimler de kendi görüşleri doğrultusunda dost özel sektör odaklarıyla ortaklıklar kuruyor. Bağımsız özel sektör de iki yönde geliştiriyor kültür sanayi yapılanmasını; bir yandan sanat ve kültür üretimini ülkedeki ekonomik çıkarlarına hizmet edecek biçimde yönlendiriyor, bir yandan da uluslararası bağlamda yukarıda söz edilen simgesel sermaye olgusuna sözde enerjik bir görüntü kazandırmaya çalışıyor. Bu görüntüyü geçmişe özgü ucuz halkçılık olarak tanımlamak yetersiz.

Görünen o ki, Türkiye’de simgesel güç kitle ve sanat üreticisinin yararına değil, ekonomik sermaye yararına kullanılıyor: Türkiye’nin kültür sanayi İstanbul sınırları içinde kalıyor; ülkenin geri kalan bölümü, kimi bireysel ve sınırlı çabalar dışında, eskimiş ve işlevini yitirmiş bir düzenin sıradanlığına ve durağanlığına mahkûm ediliyor. Yatırım İstanbul odaklı etkinliğe yapılıyor, yaratıcı insan yalnız bırakılıyor.

Basın ve medya, etkili bir kültür sanayi aracı olarak işte bu parçalı/parçalanmış düzenin ortasında bir yerde.

Bu bağlamda Radikal’in sanat/kültür politikası söz konusu bu yerde bilinçli ve sorumlu bir görüntü veriyor. 90’lı yıllardan bu yana çok gerekli olan postmodern ve küresel sanat/kültür söylemine alan açtı ve bilgi ve düşünce değişimi sürecine katkıda bulunuyor.

Bu sayfalarda çıkan yazılar son 10 yılın sanat/kültür gelişmelerine ilişkin önemli bir bellek oluşturuyor. Burada, gazete yazılarının kötü yazgısına da değinelim. Yazıldığı gün ya da dönemde önemli olan birçok yazı gazete arşivlerine gömülür ve ancak araştırmacılara ve meraklılara seslenir. 2005’te 80’li yıllar sergisini düzenlerken, ekibimiz

o döneme ait genel kitaplar olmadığı için bütün bilgiyi gazete ve dergilerden derledi.

Simgesel sermayenin üreticileri/emekçileri olan sanatçıların, eleştirmenlerin, kültür/sanat editörlerinin, küratörlerin bu görüntü içinde nasıl bir yerde durdukları/durabildikleri de bir sonraki yazıda…

* Pierre Bourdieu, 1930-2002