Küratörler sisteme teslim

Radikal Kültür Sanat

17/04/2004

Avrupalı küratörler, yeni ülkelerle birlikte AB’de çoksesli bir kültür oluşmasını umuyor. Oysa, sisteme yaklaştıkça herkes kendinden ödün vermeye hazır görünüyor

Radikal’in kültür sayfasında aylık yazı yazma hakkımı, yanıt vermek için kullanmak istemiyorum; ama, gündeme getirmeye çalıştığım konuların oraya buraya çekiştirilmesi ve amacından saptırılması da işime gelmiyor!

Sanatçı Bedri Baykam onun durduğu alanı savunan yazımı onaylıyor. Yazar Baykam, kitabını anmadığım için kızıyor. Baykam’ın kitapları dönemine tanıklık ediyor, bellek oluşturuyor ve Türkiye’deki sanatı Batı’nın önyargılı bakışına karşı savunuyor. Bu yazıyı akademik bir dergi için yazsaydım, bu kitaplardan söz etmek gerekebilirdi; kısa bir yazıda seçim yapmak zorunluğu var…

Enis Batur’da Radikal Kitap’taki söyleşisinde, “Türkiye’de sanat

eleştirmenliği gelişmemiş bir türdür” diyerek toptancı ve yadsıyıcı bir yargıda bulunuyor.

Eleştirmen/küratör v.b. vardır, yoktur, iyidir, kötüdür tartışmasını genelde sanatçılar gündeme getiriyor. Eleştirmen/küratör işlevi gereği sanatçıyı ve sanat yapıtını eleyici/seçici/ayıklayıcı bir konumdadır; dolayısıyla sanatçıların karşı çıkışı da doğal. Gerçek olan yapılan işlerin (ortak işler) oluşturduğu birikimdir. Günümüz sanat ortamı sanatçıların, küratörlerin ve eleştirmenlerin ürettiği yapıtlar ve metinlerden oluşan bir bütündür.

Eleştirinin gelişmemiş olması gibi bir gerçek varsa, bu genel olarak sanat ortamının gelişmemişliğine bağlı olumsuz bir durumdur. Kimse kendini bunun dışına konumlandırıp alan karalamasına geçmemeli!

2 Nisan 2004 tarihinde 24 üyesi ile ilk genel kurulunu gerçekleştiren Uluslararası Eleştirmenler Derneği Türkiye Şubesi (AICA Türkiye) eleştirmen ve küratörlerin bu ülkedeki önemli varlığını kanıtlama ve savunma işlevini taşıyor. Kanımca bu yeni platform sanatçılarla sanatçıları değerlendiren kesim arasında olması gereken verimli diyaloğu kurmayı başaracak.

Duvar yıkıldıktan sonra

26-28 Mart tarihlerinde Doğu Avrupa ülkelerinin küratörleri ve müze müdürlerinin bağımsız bir girişimi olan ‘Continental Breakfast’ (Kıtasal Kahvaltı) adlı projenin toplantısına TC Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Kültür ve Tanıtım Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle katılmak üzere Varşova’daydım. Toplantı Avusturya Kültür Forumu binasında Avusturya, Bulgaristan, Estonya, Hırvatistan, İsveç, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovenya, Slovakya, Sırbistan’dan çoğu genç kuşak kültür yöneticilerinin katılımıyla gerçekleşti.

Duvar yıkıldıktan sonra 1991’de Doğu Avrupa ve eski SSCB ülkelerinin sanat üretimlerine dikkati çeken ilk sergi olan ‘Bilinmeyen Avrupa’ sergisini Krakow’da gerçeleştiren Polonyalı küratör Anda Rottenberg bu kez, bu toplantının girişimcisi olarak AB üyesi olma eşiğindeki bu ülkelerin sanat ortamlarındaki gelişmeleri, işbirliği gereksinimini ve Batı Avrupa/ABD

odaklı küresel sanat sistemi karşısındaki tavır ve direnişlerini gündeme getiriyor. AB’nin müstakbel üyeleri kültür/sanat altyapılarını değiştirirken AB kültür politikasının bir öğesi olmaya başladıklarını ve kendi kültürel değerlerinden ödün verdiklerini fark ediyorlar.

Onaylanmayan siyasal kararların kültür alanında da etkili olmasını kimse istemiyor. Kültür aktörleri, mikro düzlemde bağımsız kalmak ve kendi coğrafyalarındaki/kentlerindeki özellikleri ve başkalıkları koruyan etkinliklerini sürdürmek istiyorlar. Eylül 2003’te İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz AICA Türkiye forumundaki konuşmasında Ahu Antmen

“AB’nin doğusu bu büyük sanat dünyasının parçası olmak istiyor, ama aynı zamanda bu dünyada birer piyon olma endişesini taşıyor” diyerek durumu özetlemişti.

Rottenberg projenin sunumunda “Kahve, krema, meyva suyu, kruvasan, tereyağ ve reçelden oluşan tipik Fransız kahvaltısıdır ve bu kahvaltı çay, yulaf lapası, yağda yumurta ve domuz eti ve kızarmış ekmekten oluşan tipik İngiliz kahvaltısının karşısında durur. Bu kahvaltılar dünyada iyi tanınır; küresel kültür içinde Avrupa kaynaklı tek kültür belirtisi olarak bu mu kalacak?” diyor ve söz konusu coğrafyadan küratörleri özgün projelerini ‘Continental Breakfast’ şemsiyesi ve dayanışması altında gerçekleştirmeye davet ediyor. Küresel yaptırımlara karşı mikro stratejik uygulamalara girişilmesi gerektiğini gösteren bir örnek…

Skandal gerçeği

Açık oturum üç konuya odaklanıyordu: Viyana Kunsthalle Müdürü Gerald Matt’ın sunduğu ‘Skandal’ konusu sanat yapıtlarının yarattığı skandalların gerisindeki gerçekleri irdeledi; acaba sanatçılar bu skandalları bilerek mi yaratıyor? Polonya’da 2000’li yıllarda Zacheta Gallery’deki iki olayı

anımsattı: Maurizio Cattelan’ın ‘Dokuzuncu Saat’ adlı yere devrilmiş papayı gösteren işini ve Piotr Uklanski’nin sinemada Nazi subaylarını oynayan aktörleri gösteren ve bir aktörün saldırısına uğrayan işini. Toplumun hassas olduğu, ama kurcalanması sorgulanması gereken konular gündeme getirildiğinde gösterilen tepki demokratikleşme ile ilgili; sanatçı da gerçekte bu demokrasiyi sınıyor. Krakow Modern Sanat Müzesi Müdürü Maria Anna Potocka kamusal alanda gerçekleştiren sanat etkinliklerinin yarattığı tartışma ortamının sağlıklı bir kültürel doku yaratabileceğini vurguladı ve bu etkinliklerin desteklenmesi gerektiğini belirtti. Paris Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü öğretim üyesi Romanyalı Magda Carneci ise Batı’nın Güneydoğu Avrupa sanatından beklentilerinin ne olduğunu, buna karşın Batı’daki sanat ve küratörlük sistemine Balkan ülkelerinin nasıl yaklaştığını sorguladı; bu ilişkinin temelinde ortak isteklerin ve karşılıklı anlayışın olması gerektiğini vurguladı.

Türkiye daha uzun süre AB’ye giremeyecek, ama söz konusu Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri kültürel açıdan Türkiye’ye yakınlık ve ilgi duyuyor; Avrupa’nın nihayet bölünmemiş bir kıta olarak Asya’ya kavuşmasında dikiş çizgisini oluşturduğu için mi, yoksa şimdilik AB dışında kalarak özgür olduğu için mi?