Kültür endüstrisi devletin önüne geçmeli

Radikal Kültür Sanat
10/06/2009

AB kültür sanayi ölçeğinde sorunları olan İtalya ile karşılaştırıldığında bile Türkiye’nin kültür sanayinin ne durumda olduğu konusunda gerçekçi olmak gerekiyor: Sistemin ve gündemin gerisindeyiz…

Geçen yazımda, Türkiye’de çağdaş/güncel sanatla ilgili resmi kültür politikasını irdeleyen ve bütün sanat alanlarını ilgilendiren birçok yapısal soru sormuştum. Şimdi, Venedik’teyim, 53. Bienal’de Orta Asya Pavyonu’nu hazırlarken İtalya örneğiyle kaldığım yerden sürdürmek istiyorum, irdelemeyi…

İtalya devlet ve yerel yönetim kültür politikalarının, ve kamuoyunun tartışmasız odaklandığı geleneksel sanatlar, antik ve klasik müze ağı açısından Türkiye ile benzerlikler gösterir; müzelerin yeterince güncelleşmemiş olması açısından da, en önemli etkinliğin bienal olması açısından da… Ya da, İtalyanların da hep söylediği gibi, devletin çağdaş/güncel kültüre uzaklığı açısından da…
İtalya’nın vergi sistemi koleksiyoncuları ve yabancı yatırımcıları zorluyor; çağdaş sanat piyasası güçlü değil; sanatçıların yapıtları AB’nin büyük sanat merkezlerinde yeterince temsil edilmiyor ve büyük sanat piyasasında tanıtımları zayıf… Ne ki, İtalya çağdaş sanatının ana kaynağını kurumsal yapılar değil, sanatçılar ve sanat uzmanları oluşturuyor. Arte Povera’cılar, Transavanguardia’cılar 70’lerden günümüze etkilerini koruyor. Michelangelo Pistoletto Lovedifference adlı bir vakıf kurdu ve çeşitli kurumlar ve sanatçı gruplarıyla ortak kamusal alan projeleri yapıyor ve genş kitlenin çağdaş sanatla karşılaşmasını sağlıyor; şimdilerde Akdeniz Kültür Palamentosu adlı bir projeye başladı. Türkiye bu projeye katılacak. Germano Celant, Achile Bonito Oliva, Bruno Cora son 40 yılın sanat kıstaslarını belirlediler; bu etkileri sürüyor. Torino müzesi küratörü Carolyn Christov Bakargiev, 2008’de 180 sanatçılı Sydney Bienali’ni yaptı, 2012’de de Documenta Kassel’i yapacak…

Bireysel başarılar açısından durum böyle, ama kurumlar açısından İtalya’nın AB ölçeğinde çağdaş sanat alanında çok iyi bir örnek olduğu söylenemez. Almanya, Avusturya, İsviçre gibi komşularıyla rekabet edebilmesi için yapılanmasını hızlandırmak zorunda olduğunun bilincinde 1990’ların başından bu yana. Ülke çapında bir çağdaş/güncel sanat ağının kurulabilmesi için yerel yönetimlerin özel sektörle yaptığı akılcı işbirlikleri iyi sonuçlar verdi. Çağdaş sanatın önemli bir ekonomik olgu olduğu ancak anlaşılıyor ve büyük yatırımlar gerçekleşiyor: Bologna’da Mambo, Milano’da Hangar Bicocca (dev yerleştirmeler için bir hangar), Turin’de 90’lı yıllarda kurulan ve içinde 300 parçalık değerli bir koleksiyon olan Castello di Rivoli (yılda 100 bin kişi ziyaret ediyor), Venedik’te François Pinault’un koleksiyonuna verilen Palazzo Grassi, Pinault şimdilerde gümrük binalarını da çağdaş sanat müzesine dönüştürüyor (Punta della Dogana), Prada Vakfı da Milano’nun güneyinde bir sergi binasını Rem Koolhaas’a yaptırıyor, Prato’da Luigi Pecci Çağdaş Sanat Müzesi (ilk örnek)… Roma’da Zaha Hadid’in mimarisini yaptığı MAXXI’nin inşaatı sürüyor. Napoli’de de yeni kurulan çağdaş sanat müzesi MADRE ve Regio Emilia bölgesinde Maramotti ailesinin koleksiyonunu içeren bir müze var. Gagosian da Roma’da büyük bir galeri açtı; sanat piyasası zayıf olmasına karşın…
Bunların yapısına bakıldığında, hepsinin arkasında güçlü aileler, vakıflar ve mesenler var; yani ortaçağdan günümüze süren gelenek… Bu özel girişimcilerin kurumları nasıl işletiliyor? Türkiye’deki örneklere pek benzemiyor, doğrusu! Yönetim kurullarında işin sahipleriyle birlikte uluslararası çağdaş sanat iletişim ağının tanınmış uzmanları oturuyor; burada, işin sahiplerinin değil, uluslararası uzmanların temsil ettikleri kıstaslar geçerli oluyor. Yönetim kurulu merkezin işletmecisini ve küratörünü üç-beş yıllık anlaşma ile seçiyor; ikisi de kendi ekibini kuruyor. Bu ekiplerde çeşitli AB ülkelerinden uzmanlar yer alıyor; kimse, “Merkezimizi neden yabancı uzman yönetiyor” demiyor.

AB kültür sanayi ölçeğinde sorunları olan İtalya ile karşılaştırıldığında bile Türkiye’nin kültür sanayinin ne durumda olduğu konusunda gerçekçi olmak gerekiyor: Sistemin ve gündemin gerisindeyiz… AB ülkelerinde düzenlene gelen Türk haftalarıyla bu iş artık yürüyemeyeceği çok açık; bu işlere harcanan para boşa gidiyor!
Güçlü kültür politikaları ve sistemleri olan Batı ve Kuzey AB ülkelerini bir kenara koyduk, İspanya ve İtalya gibi büyük Akdeniz ülkesi olan Türkiye’nin, en azından bu ülkelerdeki kültür sanayi düzeyine gelmesi için programımız var mı?

Kültür ve Dışişleri bakanlıklarının bu ülkelerdeki temsilciliklerinde Türkiye’yi bu düzeye getirmek için kültür/sanat işbirlikleri sağlayacak uzman çalışıyor mu?
2000’lerin başından günümüze birçok üniversite, gerçekleri gören öğretim üyelerinin çabalarıyla sanat yönetimi, kültür yönetimi gibi bölümler ve programlar açtı. 10 yıldır bu eğitimi alan ve Türkiye’nin kültür sanayinin uzmanlaşmasını sağlayacak gençler var. Doktoralarını bile yapan bu gençlerin çoğunun İstanbul’da iş bulamayıp AB ve ABD’de iş aradıklarını biliyoruz. Bu gençlerin bu yurtdışı temsilciliklerde istihdam edilmesi konusunda ne düşünülüyor?

AB’ye girme sürecinde kültür piyasasının bir sektör oluşturması gibi bir gerçekle karşı karşıyadır Türkiye… İş, iş güvencesi, vergi yasaları, telifler, desteklemeler, proje havuzları ve ‘güzel sanatlar’ galerilerinden vazgeçip, yeni sistem çağdaş sanat merkezlerinin kurulması açısından köklü bir değişime gereksinim var. Bunların AB uyum yasalarına göre değiştirilmesi ve güncelleştirilmesi gerekiyor. Bu çalışmayı yapan bir uzman birim var mı, bakanlıklarda?

Söz konusu Akdeniz ülkelerinde çok önemli büyük etkinlikler, fuarlar ve festivaller yapılıyor; Türkiye’deki yaratıcı insanların bu etkinliklere katılma olanağı nedir? Bu sorunun yanıtını biliyoruz: Yok gibi! Üstelik de bu olanak, işin uzmanı olmayan bürokratların, diplomatların ve geri kalmış resmi kültür politikasına hizmet eden kurumların tekelinde… Bu yaratıcı insanların önünü açmak için Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları bir çalışma yapıyor mu? Ya da yapmayı düşünüyor mu?

Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları, şu anda yurtdışında, kendi olanaklarıyla buldukları uluslararası burslarla, desteklerle yaşayan ve çalışan yaratıcı gençler için herhangi bir destekleme fonu yaratmayı düşünüyor mu? Bu gençlerin içine girebildikleri mesleki iletişim ağının ve kültür piyasası olanaklarının Türkiye’de de temellenmesi için bir girişim var mı?
Geçen ay Orhan Pamuk, Venediklilere iki buçuk saatlik edebiyat ziyafeti verdi; Türkiye Pavyonu Arsenale’de kurulan prefabrik sanat mekanı ve Banu Cennetoğlu ve Ahmet Öğüt’ün ideolojik referansları güçlü işleri dikkati çekiyor.

Bireyler ve özel girişimler, devlet politikalarının önüne geçmeli; ancak onların yarattığı kültür birikimi ve üretiminin devlet kaynaklarından beslenmesi de bir hak olarak benimsenmeli.