Kadın bu düzende kılıç kuşanmalı

Radikal Kültür Sanat
13/04/2008

Bu yazıya iki hafta önce iki genç kadının annelerinin kafalarını keserek öldürmeleri, Türkiye’de kadın olma durumunun en karanlık göstergesi olarak nitelendirilebilir, diye başlamıştım. Bunu öldürülmekten daha korkunç bir durum olarak görmüştüm.

Bu yazıya iki hafta önce iki genç kadının annelerinin kafalarını keserek öldürmeleri, Türkiye’de kadın olma durumunun en karanlık göstergesi olarak nitelendirilebilir, diye başlamıştım. Bunu öldürülmekten daha korkunç bir durum olarak görmüştüm. Şimdi, İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın öldürülmesiyle büyük bir üzüntü içinde devam ediyorum.
Türkiye’de öldürülen ve başka çaresi olmadığı için öldüren kadın sayısı büyük bir umutsuzluk veriyor insana. Kadınlar için hiçbir şey ifade etmeyen kadın haftasını da nedense hep neşeyle kutluyoruz! TV’lerde kadına odaklı programlar, gösteriler ve sanat etkinlikleri parıldıyor ve haftanın sonuna doğru sönüp gidiyor…
Tepede kadın üstünden yürütülen siyaset, tabanda kadını her fırsatta yok etme ve kadının kendini yok etme (bence annelerinin kafasını kesen kızlar gerçekte eğretileme olarak kendi kafalarını kesiyor) eylemleri konunun bitmeyen bir güncelliği olduğunu gösteriyor.

Doğurma işlevinin programlanması, türban ve don gibi kadın bedenini örten kumaşlar üstünden yürütülen siyasal/dinsel söylem erkek egemenliğin kadın imgesi üstüne yansıyan koyu gölgesini daha da karartıyor. Giderek ayrıntılaşan ve vahşileşen cinayetler Freud ve Lacan’ı mezarında döndürüyor…
Bütün dinlerin dayattığı tabulara karşın, modernizmin ve post-modernizmin irdelediği, açımladığı ve özgürleştirdiği cinsellik sorunlarının, bizim toplumumuzda bu denli yabanıl ve sapkın biçimde yaşanması çocuk ve ergen eğitiminde taze zihinler ve ruhlar üstünde oynanan siyasal, ekonomik ve dinsel çıkar oyunlarının sonucudur kuşkusuz.
Türkiye, geçmişte Yeşilçam sinemasının, 1970’den bu yana TV kültürünün, 1980’den bu yana da din odaklı siyasetlerin parlattığı ve kitlelere onaylattırdığı namus bekçileriyle, bekçi olduğu için de öldürme yetkisi olan bu tür erkekle gurur duyuyor!

Ne ki, Türkiye çelişkiler ülkesi. Gericilikte olduğu kadar ilericilikte de örnekler verebiliyor. Mart içinde Siemens Sanat Galerisinde ve Galata Perfom’un performans günlerinde rastlantı olmasa gerek- kadın sanatçıların performanslarını izledik. Erkek egemenliği sapkın sınırlarda yaşamaya boyun eğen bu toplumda bu performanslar önemli bir işlev görüyor. Nezaket Ekici’nin kalçasının iki yanına bağladığı – benzetme yerindeyse kafa kesecek kadar güçlü – iki bıçakla iki yandaki beyaz kâğıdı delme dansı- ki bu göbek dansını da anımsatıyordu – her ne kadar bir beden heykel olarak estetik bir sonuç yaratıyorsa da, kadının bu bozuk düzende ‘kılıç kuşanması’ gerektiğini de vurguluyordu.

Kılıç değil gelinlik

Silvia Moro ve Pippa Bacca ise kılıç kuşanmadılar; saflığın ve barışın simgesi olarak gelinliği seçtiler. İtalya’dan yola çıktıklarında amaçları ‘barış’ düşüncesini yol boyunca insanlarla konuşarak bir kez daha gündeme getirmekti. İtalyan modacılar onlara iki gelinlik hazırladı; gelinliklerin eteklerindeki cepleri karşılaştıkları insanlardan aldıkları küçük anılarla barış kanıtlarıyla doldurarak Lübnan’a ulaşacaklardı. Bu iki sanatçı, Türkiye’deki sanat ortamının ilericiliğine duydukları güvenle İstanbul’a geldiklerinde sanat ortamı onları ilgiyle karşıladı ve eylemlerini destekledi. Silvia İskenderun’a kadar gidebildi ama karanlık ve hoyrat eller Pippa’nın yolunu Gebze’de kesti.
90’ların sonundan günümüze gerçekleştirilmiş bu tür keskin performanslardan birkaçını anımsayalım: Şükran Moral Genel Ev, Hamam ve Spekulum performanslarında kadının üstüne bindirilmiş bütün suç ve yasakları bire bir deneyimleyerek irdeledi. Canan Şenol’un kadın cinselliğinin geleneksel tanımlamaları üstüne yaptığı performanslar… Gül Ilgaz’ın kendi imgesini kullanarak ürettiği tekinsiz fotograflar, Sermin Sherif’in 49. Venedik Bienali’nde sergilenen Kızıl Eşarp performansı… Bu performanslar İstanbul’da sanata ait özel alanlarda yapılabildi. İstanbul dışına çıkıldığında yapılabilir miydi?

Oysa, Türkiye’nin kadın sanatçılar açısından zengin bir belleği var. Osmanlı’nın son dönemindeki soylu ailelerin hemen hepsi Avrupa’da eğitim almış kızları: Halil Paşa’nın öğrencisi olan Müfide Kadri’den Fahr El Nissa Zeid’e, Hale Asaf’tan Şükriye Dikmen’e, Semiha Berksoy’a… B kuşağın kadın ressamlarından 1923 doğumlu Tiraje Dikmen’e…
Fahr El Nissa Zeid ve Semiha Berksoy’un resimlerindeki öncülük son derece belirgindir. Bu iki kadın, biri soyut dışavurumcu, diğeri figüratif dışavurumcu çizgide sınırları zorlamış isimler. Fahr El Nissa Zeid’in soyutları o dönemde erkek ressamların erişemediği bir öncülük içeriyor; Berksoy’un çıplak ve budanmış kadın bedenleri, kadın libidosunu açığa vuran görüntüler oluşturuyor…
Bir sonraki kuşakta, Füsun Onur, Nil Yalter, Bilge Alkor, Candeger Furtun, Tomur Atagök, Nese Erdok, Ipek Aksügür, Nur Koçak, Gülsün Karamustafa, Canan Beykal, Ayse Erkmen, Hale Arpacioglu, Canan Tolon, Inci Eviner, Handan Börüteçene, Seyhun Topuz gibi 1970’lerden günümüze farklı teknikler ve biçimlerde yapıt üreten sanatçılar yüzyıllık modernist üretimin post-modern üretime evrilmesini sağladı.1990’lardan günümüze buraya adları sığmayacak sayıda, iki kuşak kadın sanatçının özgürlük, bağımsızlık, kimlik, feminizm ve muhaliflik söylem ve açılımları ivme ve çeşitlilik kazandı. Uluslararası sanat ortamına çıkış sürecinin başoyuncuları da kadın sanatçılar oldu.

İşe Gebze’den başlamalı

Bu bellek herkese güven verir, Türkiye’deki çağdaş sanat konusunda… Ancak bir kez daha belirtmek gerekir ki, bu iş İstanbul’u aşıp Türkiye geneline yayılmadı. Sanat sosyolojisi açısından ve kadın kimliği, özgürlüğü ve bağımsızlığı üstüne çeşitli olumsuz oyunların hız kesmeden sürdüğü bugünden geriye doğru bakıldığında, kadın kimliğinin manifestolarını içeren bu üretim Türkiye’nin tamamlanmamış modernizmi, yolunu şaşırmış post-modernizmi içinde erkek egemen düzene itaatsizlik alanı oluşturuyor. Ancak, Türkiye’deki katıksız erkek egemen siyasal erk, köhne eğitim ve kültür politikaları, seçkinci kültür sanayi bu üretimin yoksulluk ve yoksunluk içinde, erkek baskısı ve şiddeti altında yaşayan milyonlarca kadına ulaşmasını engelledi ve engellemeye devam ediyor. Hitap ettiği, hedeflediği ve özlediği tüketim kitlesiyle buluşamaması, bu üretimin gücünü zayıflatıyor.
Pippa Bacca’nın öldürülmesi İstanbul sanat ortamını derinden yaraladı; bu yaranın iyileşmesi uzun zaman alacak. Ülke çapında çağdaş sanat performansları düzenleyerek bir onarma eylemi gerçekleştirilmeliyiz ve buna Gebze’den başlamalıyız.