İstanbul 2010’a doğru adım adım

Radikal Kültür Sanat

04/05/2006

İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin hemen ardından önemli bir uluslararası sanat etkinliğini ağırladı. Avrupalı tiyatrocular, kurum yöneticileri, eleştirmenler, kültür endüstrisinin sorunlarını gündeme getirdiler

İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi sevinçle karşılandı ve İstanbul’un kültür seçkinlerinin gündemine oturdu; bir süre sonra da geniş kitlenin bakış açısına girecek… Türkiye’nin 2010 yılında Avrupa’ya nasıl bir kültür manzarası sunacağını şimdiden kestirmek zor; ancak izlediğimiz yerel siyasal çekişme manzarasına, bölgesel savaş ve nükleer felaket manzarasına, ekonomik adaletsizlik ve belirsizlik manzarasına bakıldığında, kültür manzarasını günlük güneşlik görmek de zor. Bu olay bölgedeki barış ve iç barış ile ilintili; dolayısıyla eğer bu olay Türkiye aydınlarının ve halkının projesi olacaksa, yalnız sanat ve kültür etkinlikleri düşlemek ve düzenlemekle iş bitmiyor, aynı zamanda demokratik hak ve süreçleri kullanıp, siyasetçileri ve bürokratları siyasal dirlik ve ekonomik düzelme için zorlamak gerekiyor.

Öteki gerçek de şu: 20. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’nin kültür manzarasını yazarından şairine, ressamından, heykelcisine, oyuncusundan yorumcusuna, sinemacısından fotoğrafçısına büyük bir sanatçı ordusu oluşturdu; ve bu sanatçılar Ankara’nın yetkisiz ama yasakçı, işlevsiz ama engelleyici, kendini asla yenileyemeyen kültür bürokrasisine karşın oluşturabildiler modern kültür manzarasını. Ne ki kişisel başarılar dışında, bu manzara dünya kültürü ve sanatı içinde hak ettiği yeri alamadı. Ve bu, 2000’li yılların post-modern Türkiye kültürü manzarası için bulutlu bir arka manzaradır. Bu arka manzarayı yaratan sistem henüz düzeltilmedi; çeşitli olumsuzluklarıyla post-modern Türkiye kültürünün önünü tıkıyor. Dolayısıyla bu açıdan da özel bir değişim gerekiyor.

Artık, rastlantı mı demeli yoksa yazgı mı, küçük ve genç ama yaptığı işler açısından büyük ve olgun bir derneğin (Avrupa Kültür Derneği) düzenlediği IETM Forumu da İstanbul 2010 gündeminin ortasına düştü. IETM (Informal European Theater Meeting-Sivil Avrupa Tiyatro Buluşması) 2002’de kurulmuş, disiplinlerarası devinim, alışveriş ve işbirliği amaçlayan bir iletişim ağı) (www.ietm.org). Forum dolayısıyla Istanbul’a Avrupa Birliği ülkelerinden yüzlerce uzman ve sanatçı geldi. AKD, IETM Forumu’nu yaklaşık iki yıldır hazırlıyordu; 2003’te Budapeşte’de yapılan foruma konuşmacı olarak davet edildiğimde, IETM’in yöneticilerinden Mary Ann Devlieg İstanbul’da da kongre yapmak istediklerini dile getirmişti. AKD bu işi üstlendi ve forumu son derece kıt bir bütçeyle, ama yadsınamayacak yerli ve yabancı kurum desteğiyle sahneye koydu. Forum, ITÜ’nün cömert bir davranışla verdiği salonlarında gerçekleştirilirken, kentteki bütün tiyatrolar, gösteri yerleri ve bağımsız tiyatro ve dans grupları konuklara kapılarını açtı.

2010’un başlangıcı gibi

Yabancı katılımcılar forumu 2010 için bir başlangıç etkinliği gibi algıladı. Konuşmacı olarak gelenlerin dışında, açık oturumların ve çalıştayların yerel izleyicileri arasında yerel sanatçıların, galericilerin, kültür ve sanat merkezleri yöneticilerinin, eleştirmenlerin olmayışı dikkat çekiciydi; kendi geleceğini ilgilendiren bilgilendirme toplantısına katılmamak içedönük bir yerelliğin göstergesi… Değişik alanların (iletişim, sosyal ve insan bilimleri, mimarlar v.b.) aydınlarının da temelinde sanat olan düşünce platformlarına katılmamak gibi bir alışkanlığı söz konusu. İstanbul’da sürmekte olan disiplinlerarası iletişimsizlik de 2010 olayı için temel sorunlardan birisi…

Forumda AB ülkelerindeki kültür endüstrisinin bütün boyutları ve sorunları açıklandı. Sanatçılar, yorumcular ve sanat uzmanları için resmi ve özel olanaklar iletişim ve işbirliği temelinde yaratılıyor. Kültür kurumlarının anayasaları ve yönetmelikleri birbirine uyuyor; Avrupa’nın bir ucundaki kurum ile öteki ucundaki kurum arasında sistem/yöntem ayrılıkları en aza indirgenmiş ve AB kültür endüstrisi üretimin çeşitli koşullarda ihraç edilmesini öngörüyor ve gerçekleştiriyor. Türkiye sanat ortamındaki siyasal çalkantılara odaklanmış resmi kültür kurumları ile reklam ve medyaya kilitlenmiş özel sektör kurumları arasındaki kopukluk ve bu iki tür kurumun, bağımsız kültür odaklarına ve yaratıcı bireye duyarsızlığı, şimdilik AB’nin ölçütlerine ve stratejilerine uyacak durumda değil.

AKD’nin çok yerinde bir seçimle, ülkemizin Cengiz Aktar, Meyda Yeğenoğlu, Oruç Aruoba, Enis Batur, Ayhan Kaya, Edhem Eldem gibi değerli yazar ve kuramcılarını AB’nin kültürel kimliğini ve Türkiye’nin bu kimlik karşısındaki konumunu/durumunu irdelemek üzere konuşmacı olarak davet etmesi açıkoturumlara heyecan kattı. ‘Avrupa’nın Sınırları’ açıkoturumunda Mısırlı Ahmed Abdalla ve Sırbistan Karadağlı Svetlana Racanovic, ‘Avrupa’nın Ruhu’ oturumunda Avusturyalı filozof Alfred Pfabigan ile İngiliz Rose Fenton, ‘Türkiye’nin ve Avrupa’nın İmajları’ oturumunda Bulgaristanlı Kristian Bankov ve Türkiye’de yaşayan İngiliz Kevin Robbins yer aldı. Genel sonuca bakıldığında şu saptamaları yapmak olası:

Avrupa’nın sınırları belirgin değildir; birliğin yakın geçmişindeki oluşum sırasında sınır olarak değerlendirilen bölgelerde (Doğu Avrupa ve Balkanlar) yaşanan çatışkıların etkisi sürmektedir. Türkiye’nin AB’nin Ortadoğu ve Asya’ya uzanmak isteyen etkilerinin aracısı olarak davranışı önemlidir. Avrupa, eğer bir birlik olacaksa, bu kültürel bir birlik olacaktır ve burada Avrupa ruhu irdelenirse, geçmişi/bugünüyle ikilemli bir ruhtur. Batur, bu bağlamda, “Eğer Avrupa ruhunu çağırırsak kim gelecek? Adorno mu, Mengele mi?” diyerek oturumu hafifçe sarstı.

Bu forumun kitabının bir an önce basılması, dağıtılması gerekli; bu bağlamda sponsorlara gereksinim olduğunu da duyuralım.