Harem’e tarafsız mekân

Radikal Kültür Sanat

27/05/2002

İş Bankası’nın müdahalesi nedeniyle açılamayan ‘Harem’ isimli sergi yine özgürlük meselesini gündeme getirdi. Şimdi sergi küratörü, tarafsız bir mekânda bu yapıtları topluma göstermeli

İSTANBUL – Gustave Courbet’nin 1866 tarihli L’Origine du monde adlı 46×55 cm’lik tablosunda beyaz çarşafların arasından izleyiciye doğru uzanan bir kadının çıplak gövdesi görünür. Bu resmin Halil Paşa’nın siparişi üzerine yapıldığı söylenmektedir. Bu resim ile Marcel Duchamp’ın 1946-66 arasında gerçekleştirdiği ‘Étant donnés’ adlı kapı deliğinden gözetlenen bir çıplak kadını gösteren yapıtı arasında ilişki var. Resim 1955’te Lacan’ın koleksiyonuna girmiş, 1995’te de D’orsay Müzesi’ne! Resimde kadının izleyiciye doğru açılan bacakları arasında cinsel uzvu açık seçik betimlenmiştir. Kadının başının/yüzünün gösterilmemesi ilginçtir. Cinsel uzuv resmin odak noktasıdır ve bütün kompozisyon izleyici ile resim arasındaki ilişkinin sonuçları üstüne odaklanmıştır. Eleştirmenler, bu resmin amacının erkek bakışını doyurmak olmadığını, gerçekçi bir anlayışın ürünü olduğunu, ‘öteki’nin gövdesinin gerçeğini işaret ettiğini söylüyor. Her türlü anlatımcı öğeden yoksun olduğu için bu resim, pornografik bakışı doyurmak amacını gütmüyor, deniyor! Resmin açıklaması ne olursa olsun, zamanında yer yerinden oynamış.

Biz bu resmi gördük

Bu resmi biz de bütün ihtişamıyla gördük. 1999 yılı Mayıs ayında Hüseyin Bahri Alptekin, Dulcinea’daki toplumsal bunalım ve gerilimlerin psikolojik ve psikopatolojik yapısökümünü yapan ‘Kriz: viva vaia’ adlı sergisinde de bu resmi video projeksiyonla duvara yansıttı. Alptekin’in başına da sıkıcı şeyler geldi…

Bilindiği gibi yüzyıllar boyunca sanat yapıtlarında kadın çıplak gösterildi; gerçi antik heykellerde ve daha sonraki klasik benzerlerinde erkek çıplaklığı da bütün ihtişamıyla izleyicinin bakışına sunuldu; kent meydanlarında ve parklarda…

A, evet, kimi zaman cinsel uzuv bir yaprakla örtüldü! Ne ki, modernizmin başlangıcındaki

‘L’Origine du monde’, Marcel Duchamp üstünden geçerek Art&Language’a kadar uzandı (Index-Now they Are başlıklı dizi) ve birçok sanatçı için kavramsal bir zemin oluşturdu.

Cinsel uzuv ya da cinsel ilişki gösterilmesi sanatta bir süredir bir olay sayılmıyor; Jeff Koons ve sevgilisi Cicciolina bu

işi bütün pozisyonlarıyla 1990’da gerçekleştirdi, Venedik Bienali’nde sergiledi. Tracey Emin de 2000’de cinsel ilişki izleri taşıyan iç çamaşırlarını ve yatağını sergileyerek… Ortaya çıkan yapıtlar dudak uçuklatacak fiyatlara satılarak dünya müzelerine ve özel koleksiyonlarına girdi. Dünya, erkek cinsel uzvunu bu boyutta ve bu açık seçiklikte ancak Robert Mapplethorp’un fotograflarında görebildi; o fotoğraflar yüzünden de kıyametler koptu, ama kadın bakışı için doyurucu bir sonuçtu bu; her nekadar Mapplethorpe, bu fotoğrafı kadınlar için üretmemiş olsa da…

Bilindiği gibi Bedri Baykam Mayıs 1992’de AKM’de ‘Peepshow’ adlı bir sergi yaptı. Sergi kataloğunda “18 yaşından küçüklere şiddetle zararlı olduğu söylenir” diye bir uyarı var. Baykam’ın Erotik Doğu Minyatürleri resim dizisini de anımsamak gerekir. Son sergisi ‘Girly Plots’da (AKM Ocak 2002) kadın gövdesinin, cinselliğin, erotizmin ve pornografinin tüketilmesi meselesine son noktayı koyuyordu.

Aralık 2000’de Tüyap’ta Sodev için İnsan Hakları Haftası dolayısıyla gerçekleştirdiğim

‘Veritas Omnia Vincit’ başlıklı sergiye Sıtkı Kösemen iki adet çırılçıplak kadın fotoğrafı getirince yüreğim ağzıma gelmedi, değil! Fotoğraflarda kadın bir erkek mekânında (büro) yazı masası üstünde bacakları açık olarak otururken gösteriliyordu; bu kuşkusuz kadın haklarını en uç noktada savunan bir imgeydi… Bana sorarsanız, Courbet’nin L’Origine du monde’unun postmodern süreçten ve tüketim sisteminden geçmiş güncel bir görüntüsüydü…

Bu imge ‘insan hakları’ konulu bir ortamda gösterildiği için, bir sansüre uğramadı. Serginin sponsoru Sodev, insan haklarını savunan bir sivil örgüt olarak bu yapıta müdahale edemezdi ve etmedi de…

Çıplaklığın suyu çıktı

20. yy’da ve günümüzde tüketim sistemi önce çıplak kadın imgesini, daha sonra da çıplak erkek gövdesini suyunu çıkarana kadar tüketti/tükettirdi. Hijyen ve kozmetik sanayii insan gövdesini bir arzu nesnesi olarak parçalarken, pornografi sanayii de pornografik bakışı doyurmak üzere bu gövdeyi, gerçek ve sanal ortamda muhteşem bir biçimde pazarlıyor.

Doğrusu, vajina ve penis görmek için kimsenin sergiye gitmek gibi gereksinimi yok! Vajina ve penis göstermeden insanların en derin/sapık cinsel fantezilerini dışa vurduracak görüntüler var ortalıkta.

Bana sorarsanız, bir resimde gösterilen penis, Beşiktaş’ın ortasında yükselen aynalı fallusun ya da Dolmabahçe sırtlarında yükselen Gökkafes fallusunun eline su dökemez! Bütün Istanbul bu iki fallusla barış içinde yaşadığına göre… Bunları, son olayın arka planı olarak Türkiye’de vajina ya da penis göstermenin bir olay olmadığını belirtmek için verdim.

Son olay, İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’ndeki ‘Türk Sanatçısının Hareme Bakışı’ konulu sergiside Mustafa Horasan’ın resminin küratör tarafından, kurumun saygınlığını/çıkarlarını korumak amacıyla sergiden çekilmesi… Sergiyi göremedik, yapıtı da görmedim. Üstünde tartışabileceğimiz alanlar küratör-sanatçı, küratör-sponsor ilişkisi, bu ilişkilerin karmaşıklığı ve etiğidir ve de sansürdür.

Sansür Türkiye sanat ortamı için yeni bir şey değil! Sergiler küratörlü mü olsun küratörsüz mü, küratör de kimdir, diyenler için ilginç bir örnek…

Kısırdöngüden kaçınılmalı

Tüketim ve pornografi toplumunun sanat yapıtında gösterilen/görülen çıplak gövdeyi, cinsel uzuvu, cinsel ilişkiyi v.b. başka bir düzlemde değerlendirmeyi artık öğrendiğini varsaymak gerekiyor. Sanatçı, bunu varsayarak üretiyor. Üretirken yapıtının hangi mekânda gösterileceğini hesaplamaya kalkarsa, bu bir oto-sansür olur. Kuşkusuz, tarafsız bir mekânda ve kişisel sergisinde sanatçı çok daha özgürdür. Burada tarafsız mekân ya ticari galeridir ya da sanatçı ve toplumun baş başa kaldığı mekânlar; bir kurum galerisi tarafsız değildir. Kurum galerisinin ticari çıkarları yanında siyasal-ideolojik-toplumsal yükümlülükleri vardır ve bunu önemser. Küratör, uyanık olmak ve hangi yapıtın hangi mekânda sergilenebileceğini önceden hesaplamak zorundadır. Bu nedenle de sanatçının hangi yapıtları sergileyeceğini önceden bilmek durumundadır. Yapıt sürpriz olarak önüne gelirse ikilem içinde kalır. Sanatçının çıkarı, kurumun çıkarı ve kendi çıkarı bu durumda içinden çıkılmaz bir kısırdöngü oluşturabilir.

Gerçek şudur ki, özgürlük olmadan sanat olmaz, sanatçı ve yapıt olmadan küratör de olmaz; dolayısıyla küratör, doğal çıkarı gereği, sponsordan yana değil, özgürlükten ve sanatçıdan yana olmak zorundadır. Bu serginin küratörü tarafsız bir mekân bulup bu sergiyi topluma göstermelidir.