Ekrana tersinden bakan adam: Paik

Radikal Kültür Sanat

01/02/2006

Önceki gün öldüğü açıklanan Nam June Paik’ı tanımadan video yapıtı üretilemez. Paik, bugüne kadar etkisini sürdüren buluş ve önerileriyle TV ekranının ürettiği kültüre karşı durmuş, bilinen yayın biçimlerini tersine çevirmişti

1963 yılının mart ayında Wu-ppertal’de (Almanya) Parnass galerisinde genç bir Koreli sanatçı televizyon ekranlarıyla bir yerleştirme yapıyor ve sergisini ‘Müzik Sergisi-Elektronik Televizyon’ olarak adlandırıyordu. Bu, günümüz sergilerinin olmazsa olmaz yapıtı olan video sanatının başlangıcıydı. Ekranda görülen resimler mıknatıslar ve başka yollarla bozulmuş ya da değiştirilmişti. Nam June Paik, daha o dönemde elektronik resim yaptığını ileri sürüyordu.

Nam June Paik bir göçmen sanatçıydı, 1956’da Almanya’ya göç etmişti. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Kore’de ve Tokyo Üniversitesi’nde müzik eğitimi aldıktan sonra, tezini Arnold Schönberg üstüne yazmıştı. 1958 yılında Darmstadt’da John Cage ve George Maciunas ile tanıştı ve kendisini Fluksus akımı içinde buldu ve bu akımın en önemli sanatçılarından birisi oldu.

1964’te ayak bastığı New York’ta Sony’nin Portopak cihazını satın aldı ve 40 yıl süren video-sanat serüvenine başladı. TV ekranlarını heykele ve mekân yerleştirmelerine dönüştürdü, robotlar üretti, elektronik resimleri kesti, biçti, bozdu, düzeltti, boyadı, tersine çevirdi, bilgisayar ve lazerle müdahaleler yaptı, elektronik yayıncılığı icatlar ve değişik uygulamalar yaparak sanatın hizmetine soktu. Sonunda, gözün görme hızına eşit hızda hareket eden ya da görme eylemi ile eşzamanlı olan imgeler bile üretti.

Bu, epistemolojik kırılmalar yaratan bir teknolojiyle çok erken başlamış bir hesaplaşmadır ve kendinden sonra yapılan her şeyi etkilemiştir.

Paik’in açtığı yolda

Yakında video sanatının 50. yılı kutlanacak; gerçek şu ki video ile üretilebilecek her çeşit yapıtta Nam June Paik’ın buluşu ve önerisi var. Bu buluş ve önerilerin toplamı TV ekranı ve elektronik resimlerin bilinen üretim ve yayın biçimlerinin tersine çevrilmesini ve bilinen izleme ve algılama olanaklarının derinleştirilmesi ve zenginleştirilmesini içeriyor. Elektronik medyanın sanat üretmek üzere kullanılması kuşkusuz, bu medyanın yarattığı kültüre karşı bir duruştu ve Paik bu medyanın tüketim kültürü dışında kullanılmasının ve tanımlanmasının yolunu açtı.

Nam June Paik’ın en gösterişli video yerleştirmesini 1993 yılında 45. Venedik Bienali’nde Almanya Pavyonunda izledim. ‘Göçebe Olarak Sanatçı’ başlıklı yerleştirme farklı düzlemler ve yönlere yerleştirilmiş yüzlerce ekrandan mekânın duvarlarına ve içine yansıyan içiçe geçmiş doğa ve yaşam görüntüleriyle kurgulanmıştı; belgeseller, üst üste bindirilmiş soyut görüntüler, ışık oyunları büyüleyici bir kolaj oluşturuyordu. Yakın dostu Joseph Beuys’un görüntüleri belirip kayboluyordu. Paik’ın geçmişindeki müzik ve performans bilgisi, onun elektronik medyayı insanın algı gücü ve isteği doğrultusunda benzersiz bir estetikle biçimlendirmesini sağlıyordu.

Nam June Paik’ın yarattığı algı ortamlarında ‘zaman’ boyutu başka hiçbir şeyle eşleştirilemeyecek bir biçimde algılanabiliyordu. Elektronik imgelerin zamanın yerine geçtiğini önceden keşfetmişti. 1976’da “Video sanatı doğayı öykünür, ama onun görünüşünü ya da dokusunu değil, onun iç zaman yapısını… Bir Tokyo seyahatimde Doğulu ve Batılı yazarların zaman üstüne kitaplarından düzinelerle aldım. New York’a döndüğüm zaman gördüm ki, bunları okumaya zamanım yok” diyordu.

Bugün video sanatı bağlamında tuhaf bir olanaksızlık vardır: Hiç kimse, Nam June Paik’ın işlerini incelemeden, anlamadan, yazdıklarını okumadan ve dahası yapıtlarını görmeden video yapıt üretemez, ya da ürettikleri video sanatı kapsamında değerlendirilemez. Nam June Paik, video sanatının partisyonunu yazmıştır. 1983’deki şu sözleri de bu, belki birçok kişiye abartılı gelecek bu savımı açıklar:

“Video yerleştirmeler opera gibi olacak; her zaman birtakım destekleyicileri olacak ve bir sonraki kuşağa yalnız partisyon aktarılacak; ve video küratörleri bir sonraki ve daha sonraki kuşaklar için yeniden-yorumlamalar yapacaklar ve videoyu her seferinde ona uygun bir yere yerleştirecekler ve bu yeniden biçimlenmenin tarz ve usulü şiddetle yönetmenin kişisel özelliklerini yansıtacak, tıpkı Karajan’ın Dokuzuncusu, Toscanini’nin Üçüncüsü gibi…

Nam June Paik, 1995’te 4. İstanbul Bienali sırasında Kadıköy’de Anarat Hıgutyun Okulu’nda küratörlüğünü yaptığım ‘Somut Öngörüler’ sergisine geldi. Onun asistanlığını yapmış olan Angela Melitopoulos’un video yerleştirmesini görmek istiyordu. Bizim sergimiz ona 1970’lerdeki eylemci sanat ortamını anımsattı ve etkilendi; öyle ki bir karatahtaya formüller yazdı, imzaladı ve bize, satıp vakfımızı (Gelecek Kültürü ve Sanatı Vakfı) desteklememizi öğütleyerek, armağan etti. Bu yapıtı saklıyoruz.

Aynı anda, bienal sergisinde onun kapsamlı bir ekran yerleştirmesi sergileniyordu; kimsenin aklına o yapıtı satın almak gelmedi…