Düşünüyorsanız ben yokum!

Radikal Kültür Sanat
01/03/2009

Sanatta alan dar aslında. Çünkü sanatçılar, sanat işlerini yürütenler ve aydınlar arasında düşünsel alış-veriş, tartışma ve söylem oluşturma isteği zayıf. Sanat kokteyllerine koşarak gelenler düşünsel etkinliklerde görünmüyorlar

Kokteyl kalabalığının aksine sanatta bilgi, ilgi ve talep eksikliği var.

2010’un konuğu olarak İstanbul’da üç hafta yaşayan/çalışan Remo Salvadori’nin Sabah’a verdiği söyleşide belirttiği gibi ‘Sanat ideolojilerin yerini aldı’, ama sanatın en eylemci ve siyasal olan türü bile Gazze’de ölen çocukları kurtarabilir miydi ve henüz yaşayabilen çocukları da kurtarabilir mi?Ergenekon başlığı altında yarım yüzyıllık karanlık ve kanlı bir derin devlet belleğiyle hesaplaşma sahneye konmuşken, sanat toplumun uçtan uca sürüklenişini, kafa karışıklığını ve onulmaz saplantılarını yönlendirici, iyileştirici öneriler ve modeller sunabiliyor mu?
Sanat küresel savaşların, şiddetin, yalanların karşısında olası bir barışa ve doğrulara ilişkin düşünce, eylem üretebiliyor mu? Sanat sistemi kitlelerin bilgi alma haklarına, algı süreçlerinin ve zihinlerinin sağlıklı beslenmesine özen gösteriyor ve saygı duyuyor mu?

Birey olarak geriye dönüp baktığımda, dünya topyekün faşizme yenik düştüğünde doğduğumu, bütün yaşamımı da birbirini izleyen çeşitli dozlarda faşist dönemler içinde geçirdiğimi görüyorum ve bu soruları sorma gereğini duyuyorum. İçine girdiğim günden bu yana, çağdaş sanat alanının yaşamım boyunca biçim değiştirerek sürmekte olan faşizmden kaçıp sığındığım bir alan olduğunu düşünüyorum; bunun Türkiye’nin toplumsal ve kültürel coğrafyasında ne kadar dar bir alan olduğunun bilincinde olarak…

Alan dar! Devlet, yerel yönetimler ve özel sektör üçgeninin sağladığı altyapılar ve olanaklar yaratıcı insan gücünü besleyecek ve kalkındıracak donanımda değil, henüz. Bağımsız, dirençli ve örgütlü bir sanatçı-sanat uzmanı- sanat kurumu yapılanmasının da henüz başlangıçlarını yaşıyoruz. Biz işin içinde olanlar, yürüttüğümüz dallı budaklı işlere kapılıp, alanı büyük görüyoruz!

Arz’la talep örtüşmüyor
Alan dar, çünkü sanatçılar, sanat işlerini yürütenler ve aydınlar arasında düşünsel alış-veriş, tartışma ve söylem oluşturma isteği zayıf. Sanat kokteyllerine, partilerine koşarak gelenler düşünsel etkinliklerde görünmüyorlar.

Alan dar, çünkü günümüze özgü sanat türleri bağlamında bilgi, ilgi ve talep eksikliği var; ya da arz edilenle talep edilen örtüşmüyor da diyebiliriz buna. Günümüz sanat üretimini anlamak için önkoşul olan ve klasik sanat tarihi öğretisinden tümüyle başkalaşmış olan eleştirel bir Modernizm/Postmodernizm bilgisi eğitim sistemi içinde hemen hiçbir aşamada yer almıyor. 20. yy. sanat bilgisi içermeyen eğitim, bu dar alanın çürük temelini oluşturuyor. Bu darlıklar, sanatın sorduğu soruların ve verdiği yanıtların aydınlar ve toplum tarafından dikkate alınmasını engelliyor.
Günümüz sanatının görselleşmiş bir ideoloji alanı olduğu bilgisine sahip olmayan toplum sanat/kültür gereksinimini bu gereksinim kapitalizmde bir piyasa ve sınıf gereksinimi olarak da nitelendirilir -kendisine bir ‘Nicht-künstler’ yaratarak gidermektedir.

‘Nicht-künstler’ Almanca bir terim. Bu ‘sanatçı-değil’ gibi çevrilebilir Türkçeye. Daha önceki bir yazımda söz ettiğim ‘Kitsch-mensch’ (Kitsch-insanı) gibi kültürün sıradanlaşması ve üçüncülleşmesi ilgili bu yerleşik terimler çok uygun düşüyor. Bu sanatçı-değil, izleyicinin bilgisizliğini, ilgisizliğini zorlamaz ve sanat gereksinimini kolayca giderecek sorusuz/sorunsuz bir şeyler üretir; devlet, yerel yönetim ve özel sektör sanat politikalarının çıkarcı ve yersiz müdahaleleri sonucunda özü bozulmuş, yozlaşmış, tüketim, tanıtım aracı olmuş sanat ortamlarında rağbet görür. Bu sanat ortamları da genelde yarı-demokratik yönetimlerde, kültür sanayileri devlet veya özel sektör tekelinde olan ortamlarda yeşerir.

Kendine sanatçı diyen ve bilgisiz toplum tarafından da sanatçı kabul edilen sanatçı-değil, yazının başında sorulan soruları sor(a)mayacaktır. Bu tür ortamlarda ‘markalaşma’ ve ‘üst-seçkinleşme’ için yararlı bir araç olarak kullanılan kültür sanayi sanatçı-değil’i tercih eder. Teknolojinin derin etkilerini irdeleyen Paul Virilio’da teknoloji gelişmelerin sonucunda bir ‘yalan sanatı’ (art of the lie) hizmetinde ‘sahtelik sanatı’ (art of the false) oluştuğundan söz ediyor.

‘Sanatçı-olan’ın seçeneği ne?

İstanbul’da olduğunu varsaydığımız uluslararası kültür sahnesi ve bu sahne içinde sanatçı-olan/ olabilen bir biçimde var oluyor, ama sanatçı-olan’ın seçenekleri nedir? Üretim ve kitleye ulaşma konusunda projelerin parasını bulduğu zaman yaratıcı projeler üretmek; ticari ya da yarı-ticari galerilerle çalışmak ya da AB sanat ve kültür fonlarının olanaklarından yararlanmak… Günümüze özgü sanat üretiminin Türkiye çapında yıllık hacmi 15-20 milyonu geçmiyor; bu küresel sanat piyasasının merkezlerinde ünlü bir sanatçının bir resmi ya da heykelinin fiyatına eşdeğer; krizden etkilense ne olur dedirtecek kadar önemsiz bir meblağ… Küresel ve yerel gelişmeler karşısında İstanbul sanat ortamındaki durgunluk, suskunluk ve edilgenlik bu arka alanın darlığından kaynaklanıyor.
Ekonomik kriz genel bir dur ve yeniden düşün psikolojisi oluşturuyor; bunun sanat alanındaki etkilerini önümüzdeki bienallerde ve büyük sanat etkinliklerinde izleyeceğiz. 53. Venedik Bienali küratörü Daniel Birnbaum ‘Dünyalar Kurmak’ başlığını sundu; sanatçının üretim sürecinin ve bireysel dünyanın önemini vurgulayan bir başlık; küreselliğin bitişini değilse bile, kimi alanlarda geçersizliğini mi işaret ediyor?