Demokrasiye göre kadının yükselen değeri

Radikal Kültür Sanat

19/05/2007

New York’ta açılan ve katılan 87 sanatçı arasında Canan Şenol’un da olduğu ‘Küresel Feminizm’ sergisinde ancak demokrasisi sağlam ülkelerde gösterilebilecek türden işler var. Irkçılık, cinsellik ve pornografi, kadın bedeninin siyasal ve ekonomik kullanımı üstüne çarpıcı ve irkiltici işler bunlar

Günümüz sanatının post-medya görüntüleriyle rekabet eden ‘Bıyıklı Kadın’ portreleri kamuoyunu kadının siyasal alandaki görünmezliği konusunda uyardı. Çağlayan mitingi kadınların mitingi oldu. Seçimlerde kadın ‘yükselen değer’ konumunda. Bunlar yeni bir gösteri sürecinin belirtileri. Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde duraklama olsa da o yönden gelen uyarılar önümüzdeki seçimlerde partilerin bu yükselen değere yatırım yapacaklarını gösteriyor; kadınların gösterisi biraz daha kalabalıklaşacak ve renklenecek anlaşılan.

Tümüyle erkek bakışından yansıtılan tüketim ve erotizm fetişi ve töre kurbanı kadın dışında kadının medyadaki olumlu görüntüsü TBMM’de gerektiği kadar (gerektiğinden bir fazla değil) erkekler arasına serpiştirilmiş milletvekilleri; parti liderlerinin yanında bir adım geriden koşuşturan kadın görevliler; erkek egemen düzenin tüm kurallarına uyan bürokratlar; düzenin ve işlerin çok iyi yürüdüğünü savunan atanmış parti üyeleri; açıkoturumlara çıkarılan farklı siyasal cepheleri savunan kadınlar; uluslararası çapta ünlü iş kadınlarının başarı öyküleri; salt erkeklerin yönettiği TV ve gösteri dünyasında kısıtlı özgürlüklerini yansıtan sunucular ve programcılar olarak özetlenebilir.

Bağışlanan soyut bir güç

Gösteri toplumu olarak iyice sersemledik ki, Türkiye’yi sallayan siyasal, toplumsal ve kültürel krizin görsel manzarasının nedeni olan, kendinden başka tüm toplumsal cinsiyetleri yok sayan, aile, kadın, gençlik, çocuk için güncel ve gelecekçi hiçbir toplumsal projesi olmayan derin erkek egemen söylemle baş edemiyoruz.

Gerçekte, kadın bu gösterinin baş kurbanıdır. Kendini tepeden tırnağa örten kadın da bedenini gösteri toplumuna sunuyor, her uzvunu açıp gösteren de, erkeğin siyasal bakışını kabul eden de! Kadınları anlatan dil ve görüntüler ve kadınların kendilerini ifade etmek için kullandıkları dil ve görüntüler bu gerçeği açığa vuruyor.

Post-modern süreçte görüntü, gerçek ve dil arasındaki sorunlu/ ikilemli ilişki bir kural; görüntüdeki özellikler ve bu özellikleri vurgulayan dil kitlenin bilincini rahatlıkla yönlendirebiliyor. Basın, medya ve reklamlar aracılığıyla bize sunulan bütün görüntülerin irdelenmesi gerektiği gibi, bir toplumu içten içe çökerten ve çözülemeyen ve çözülemedikçe de daha çok saklanması gereken sorunları şık, yapay ya da aldatıcı seçenekler aracılığıyla örten görüntüleri, dili ve bunların oluşturduğu görsel manzarayı da doğru okumak gerekir.

Sersemlemiş gösteri toplumunun görüntüyü okuma, sorgulama ve bilinçlenme gücü var mı? Ya da bu anlamda demokratik bir özgürlüğü olabilir mi? Guy Debord, ‘Gösteri Toplumu’nda “Toplumun soyut gücünü üreten şey aynı zamanda onun özgürlüğünün somut eksikliğini de üretir” diyor.

Şu sıralarda işte tam da bu yapılıyor; özellikle kadınlar bağlamında. Erkek egemen düzen kadınlara soyut bir güç bağışlıyor gibi görünüyor, ama onların özgürlükleri hiç gerçek değil. Gerçek değil, çünkü kadın bedeni, kadın bedeni üstündeki babaerkin, erkek egemen iktidar, kadın bedeni üstüne dikilmiş sapkın bakış Türkiye’deki en büyük sorun.

Gösteri toplumunun sersemlikten kurtulabilmesi için görsel düşünce açısından donatılması gerekiyor. Gösteriyi okumak, yorum yapabilmek için zihinsel araçlara gereksinimi var. Bunun için uzman olmak gerekmiyor; düşünceyi tamamlayan görsel düşünceyi benimsemek; bunun için de görsel düşünceyi üreten sanatı izlemek yeterli.

Kadın sanatçıların işlevi

Ben bu bağlamda özellikle de her alanda yaratıcılıkları, yetenekleri ve enerjileri ile öne çıkan kadın sanatçıların ürettiği işlerin ve etkinliklerin izlenmesi ve bu işlerin tüm topluma gösterilebilmesi için gereken olanakların acilen sağlanmasının gerekliliğinin altını çizmek istiyorum.

Türkiyeli kadın sanatçıları görsel düşünceyi demokratik sürecin olmazsa olmazı olarak benimseyen ülkeler izliyor ve değerlendiriyor. 2000’li yıllarda Avrupa ve ABD’de önemli kurumlarda, bienallerde ve gösterilerde yapıtları ve gösterileri benimsenen onlarca Türkiyeli kadın sanatçı var.

En güncel örnek New York, Brooklyn Museum Elizabeth A. Sackler Center for Feminist Art’ta düzenlenen ‘Küresel Feminizm’ sergisine 48 ülkeden davet edilen 87 sanatçı arasında Canan Şenol da var. İki yıllık bir çalışmanın sonucu olan ‘Küresel Feminizm’ sergisi, 1990’dan bu yana feminizmin yeni yönelimlerini ve üstlendiği işlevleri gösteriyor. Şenol, 1990’ların ortasından beri performanslarında kendi bedenini çekinmeden kullanan bir sanatçı. Şenol’un, ilk çocuğunun doğumundan sonra gerçekleştirdiği, kadın göğsünün süt verme işlevini konu alan ve adıyla Marcel Duchamp’a gönderme yapan ‘Çeşme’ adlı performansının videosu sergileniyor. Şenol Radikalart’ta da Türkiye’de kadının başı örtülü ve başı açık olarak tek tipleştirilmesini işaret eden işini göstermişti.

‘Küresel Feminizm’ sergisinde ancak demokrasisi sağlam ülkelerde gösterilebilecek türden işler var. Toplumsal cinsiyet sorunları, ırkçılık, kadınları baskı altında tutan ideolojiler, cinsellik ve pornografi türlerinin irdelenmesi, kadın bedeninin siyasal/ekonomik kullanımı üstüne çarpıcı, irkiltici işler…

Erkek egemen, babaerkin düzeni alaşağı eden bu işlerin Türkiye’de gösterilebileceğini hiç sanmıyorum. Görsel epistemoloji bağlamında son derece eğitici olduğu, kitlenin bakışını düzeltip güncelleştirdiği bilinen cinsiyet, cinsellik ve beden sorgulamaları İstanbul’da ancak özel galerilerde kısıtlı bir izleyici ile buluşabildiğini biliyoruz.

Bu tür yapıtların görsel düşünceyi, eleştirel bakışı tetiklediği, özellikle kadın bedeni üstündeki tabuları kaldırdığı ve şiddeti deşifre ettiği, gösteri toplumuna kendini özgürleştirme gücü verdiği aydınlar düzeyinde bile benimsenmiş değil. Görsel düşünceyi oluşturan ve zihinsel düşünceyi olgunlaştıran günümüz sanatı örnekleri ülkenin siyasal ve kültürel düşünce koridoruna girebilmiş değil. Bunu en yetkin biçimde yapan kadın sanatçılar da yeterince algılanmıyor ve benimsenmiyor.

Eğer bu tür işler İstanbul’dan Kars’a kadar Türkiye’nin her kentinde gösterilebilseydi; kadınların milletvekili adayı olmasına izin veren erkekler bu sergilere gidip aynaya bakar gibi kendilerine bakabilseydi, her türlü baskı altında kendini örten ya da açan kadınlar bu işler aracılığıyla kendi kimliklerini sorgulayabilseydi kadının ‘yükselen değer’ olduğuna inanabilirdim.