Bienale nazar değmesin

Radikal Kültür Sanat

07/10/2003

Doğu-Batı gibi bıktırıcı bir temayı benimsemeyen ve İstanbul’u hedef almayan ilk küratör olan Dan Cameron’ın düzenlediği sergi, Uluslararası İstanbul Bienali’nin ününü artıracak

Bienali yorumlarken, New York’tan gelen küratörün ortamına göz atmak gerekiyor. Özel sektörün yatırımıyla ayakta duran New York sanat sistemi, küresel sanat etkinliklerinin ölçüt belirleme merkezi olmayı sürdürüyor. Şimdiye değin Almanya, İspanya, İsviçre gibi -tüm çabaya karşın ‘çeper’ kalmaktan kutulamayan Japonya’yı saymıyorum sanatın üstünde devletin elinin eksik olmadığı ülkelerden küratör gelmişti bienale. Öncekiler, ‘Avrupamerkezciliği’ madalya gibi taşıyordu; NY’nin en saygın çağdaş sanat kurumunda (New Museum) önemli sergiler gerçekleştirmiş bir küratör olan Dan Cameron ise ABD özel sektörünün ‘iyilikçi’ halesini taşıyor… New York sanat çevreleri Cameron’u yalnız bırakmadı ve nihayet bu vesileyle İstanbul’u da keşfetti. Bunun sanat pazarı açısından olumlu sonuçları da yakında belirir kanısındayım. ‘Şiirsel Adalet’ içerdiği bütün iyi niyetlerle içinde yaşadığımız çelişkilerin aydınlık kapısı olarak görülebilir. AICA Türkiye’nin açık oturumunda belirtildiği gibi ilk kez bir küratör İstanbul’u hedef almadı ve ‘Doğu-batı arasında bir köprüdür’ falan gibi bıktırıcı bir kavramla çıkmadı karşımıza. Cameron’un kavramı yapıtın esteği ile insanın temel tinsel gereksinimi arasındaki uyuma değiniyor. Kuşkusuz, bunlar ‘Şiirsel Adalet’ kavramının ‘savaş sonrası’ açısından eleştirel bir süzgeçten geçirilmesine engel olmuyor; ve sanatçıların işlerinde yer yer eleştiri ve kınamanın izi sürülüyor.

Yapıtlarda kavramsallık ve soyutlukla eşdeğer olarak ‘şiirsellik’ vardır; Schwitters’in evini her çeşit atıkla doldurarak kurduğu ‘Merz’inden Richard Serra’nın Hamburg tersanelerinde çelikten üretilmiş, yıkılacakmış gibi duran dev duvarlarına kadar… Bu iki örneği şiirselliğin algısal bir irkilme anlamına gelebileceğini belirtmek için veriyorum. Şiirsellik, zariflik, duygu yüklülük ve güzellik’ olarak da yorumlanabilir, örneğin antrepodaki Bonvicini’nin zincirli merdiveni, Suh Do Ho’nun tül merdiveni gibi, sanatın ‘süsleme’ ve ‘estetik’ yönüne ağırlık veren işler…

Şiirsellik, yine de kulağa biraz ‘kitsch’ geliyor; hele adalet sözcüğü ile birleşince, sıradanlığın söz dağarcığındaki ‘ilahi adalet’i çağrıştırıyor… Gerçi bienalde kimi işlerde adaletin siyasal boyutuna dolaylı metaforlarla değiniliyor (Çavuşoğlu, xurban, Sharam Karimi, Jasmila Sbanic gibi), ama genelde bölgenin gündemindeki ABD adaletsizliğini görselleştirmekte sanat yetersiz kalabilir. Sanatçılar, küratörlerine zorluk çıkarmamışlar; tersine sıradışı konulara odaklanmış kameralarla çekilmiş yarı belgesel, metafor, şiirsel videolarla, kusursuz fotoğraflarla söyleme katılmışlar. Röportaj biçimli videolarda ilginç olan, sorumluluğun adeta videoyu çekene değil, videosu çekilene ait olması…

Yapıtları mekânlarla birlikte değerlendirmek kaçınılmaz. Bu bağlamda, bienal, döndü dolaştı yine antrepoya yerleşti-burası bienale yakışıyor; Tophane-i Amire hoş bir yenilik oldu; Ayasofya bu yapıtlarla kullanılmasaydı daha iyi olurdu; Yerebatan yine yapıtları bastırmış diyebiliriz.

Ama bir yer var ki, insana hiçbir sanatçı İstanbul’da bir mekânı bu denli etkileyici kullanmadı dedirtiyor! Çakmakçılar Yokuşu 51 No’daki Valide Han’ın ikinci kattındaki bir atölye odası. Mike Nelson, bu odada günlerce çalışmış; tıpkı hanın diğer odalarında çalışanlar/yaşayanlar gibi… Odada ne olduğunu, henüz gitmeyenler bulunduğu için anlatmak doğru değil. Nelson, kentin genlerine işleyen bir iş üretmiş. Kenti yorumlamaktan çok, genlerinden birisinin içine girmiş ve çalışmış. Nelson, aynı zamanda ‘sanatçı olmak’ konusunda yerinde bir sunum da yapıyor. Yapıt üretmenin bir süreç olduğunu imliyor. Bugün pek bulunmayan bir ‘ahlak’ taşıyor: yorumlanan ‘şeyi’ baştan sona yaşayabilmek… Son zamanlarda özellikle fotoraf ve video ile üretilen işlerdeki söylem ve estetik düşüklüğünün dayanılmaz hafifliğini silmek için, Çakmakçılar Yokuşu’nu mutlaka tırmanmak gerek.

Genel sonuçlar

Bu bienal, İstanbul Bienalinin ününü pekiştirecek. Özel sektör bienalin nasıl etkin bir tanıtım aracı olduğunu artık biliyor. Bienal dışında yeni oluşumların yolu açık görünüyor. Bienal doğu/kuzey/güney bağlamında bir sorumluluk da taşımaya başlıyor. Yerel sanat ortamı bienale eklemleniyor Nazar değmesin…