Bienal de Venedik gibi batıyor mu yoksa?

Radikal Kültür Sanat

25/06/2003

50. Venedik Bienali’nin altyapısı çöküyor: Gümrük tıkandı, su bitti, elektrik kesildi, çöpler dağ gibi yığıldı. Halk, buna dayanıyor, çünkü Bienal büyük bir kazanç kapısı

VENEDİK – ‘Düşler ve Çatışkılar: İzleyicinin Diktatörlüğü’ başlıklı 50. Venedik Bienali, kesin kendini bağıra çağıra dışavurduğu bir panayır gibi. A’dan Z’ye 400’e yakın ünlü/ünsüz, zengin/yoksul, bilgili/bilgisiz, iyimser/ kötümser sanatçının, onları bir araya getiren küratörlerin parlak düşleri, yan yana dizili.

Çok farklı siyasal yönetimlerin ve ekonomik durumların egemen olduğu ülkelerden gelen sanatçıların, güncel kültür politikası güçlü ve zengin ülkelerin pavyonlarının görkemli donanımına karşın, aynı platformda yer almaları, hangi siyasal-ekonomik coğrafyadan olursa olsun, sanat üretiminin sınır tanımayan yayılma açlığının ve iradesinin de göstergesi. İran gibi dışa kapalı bir ülke de katıldığına göre Venedik Bienali, güncel sanata yatırım yapmaya hiç gönlü olmayan devletlerin bile sergi açmadan edemeyeceği bir konumda.

Venedik, kırılgan altyapısıyla ve rutubetli sıcağıyla, birbiriyle kültür rekabetine girişmiş altmışı aşkın ülkenin sanatçısına, sanat uzmanına, basınına, koleksiyoncusuna, galericisine, izleyicisine hizmet vermek gibi ağır bir yükün altında ezildi. Gümrük tıkandı, taşımacılık aksadı, elektrik kesildi, su bitti, tuvaletler tıkandı, çöp dağ gibi yığıldı. Ev sahipleri ve konuklar karşılıklı ter döktü. Venedikli, bir hafta bu işkenceye dayanıyor, çünkü Bienal, ‘milyar euro’larla ifade edilen büyük kazanç kapısı.

İlk günlerin çılgın kalabalığı

12 Haziran sabahı sergiler basına açıldığında, yüzde 40 oranında yapıt yerleştirme işi sürmekteydi. Ellerinde yelpazelerle, su şişeleriyle yalınayak gezmeyi, buhar kazanı gibi video odalarına girmeyi göze alan gazeteciler ve sanat uzmanları o gün sergileri yarım yamalak gördüler. Türkiye pavyonu da, önce gümrük tıkanıklığının, daha sonra elektrik kesintisinin kurbanı oldu ve sergi ancak 13 Haziran’da açılıştan bir saat kadar önce tamamlandı. İlk günlerin çılgın kalabalığının içine sürüklendiği isterik ortamı, modernizmle büyüyüp, post-modernizmde aşırılaşan sanat sistemin yarattığı açıkça görülüyor. Modernizmde sistemin baş aktörleri ideolojiler yaratan sanatçılardı; bugün ise bir baş aktörden söz etmek olanaksız; kendi kendini üreten/yöneten, sanat pazarı kurallarını uygulayan bir iletişim ağının değişik işlevler taşıyan aktörleri, sanatçıyı bu ağın içindeki kesişme noktalarına yerleştirip kaldırıyor. Bu ağın diktatörleri izleyiciler mi, yoksa ağı besleyen sanat yatırımcıları ve onlara bağlı çalışan sanat uzmanları mı?

Arsenale’deki Francesco Bonami yönetiminde sekiz ayrı küratörün sergilerinde, yaşam içinde asla bir araya gelemeyecek sanatçıların yan yana gelişleri bu işleme bir örnek oluşturuyor; tekdüze bir örgü işlemi Art&Language, Gilbert&George, John Baldessari, Ansel Kiefer, Michelangelo Pistoletto, Roman Opalka gibi dünkü öncüler, Rem Koolhas, Araki

Isozata, Hasan Fathy gibi modernist mimarlar, mesleğe ilk adımı atan sanatçılarla karşı karşıya getiriliyor. Tekniklerin gelişigüzel kullanıldığı, birçok şeyi birden anlatmaya çalışırken hiçbir şeyi anlatamayan yapıtların kalabalığı içinde, o ‘soylu’ işler nerdeyse gözden kaçıyor.

Arsenale’deki bu sekiz sergiyi, Giardini’deki 30, Venedik içindeki 20 ülke pavyonunu ve 50 Extra başlıklı sergileri görmek isteyenlerin bu işe en az dört gün ayırmaları gerekiyor.

Bienalde özellikle ABD ve İsrail pavyonları dikkati çeker; bu yıl da durum aynıydı (ikisinin de önünde uzun kuyruklar olduğu için, ben izleyemedim). İsrail pavyonunda, Michal Rovner’in ‘Time Left’ (Kalan Zaman) ve ‘Data Zone’ (Data Bölgesi) adlı herkesi etkileyen iki video yerleştirmesi, ABD pavyonunda Fred Wilson’un Venedik’teki Afrikalıların geçmişten günümüze varlığı üstüne, kesin biraz abartmış dediği, bir yerleştirmesi yer alıyor.

İki pavyon ise kapalı; birincisi gerçekten (Venezüella), ikincisi, sanatsal yönden (İspanya) Roza Martinez’in küratörlüğünü yaptığı İspanya pavyonunda Santiago Sierra, pavyonun iç bölümüne boydan boya duvar ördürtmüş. Bir işaret izleyiciyi pavyonun arkasına yönlendiriyor; orada arka kapıda iki polis bekliyor ve ancak İspanyol pasaportluları içeri sokuyor. Bu EU pasaportu olmalıydı!

Venezüella pavyonu bu işi gölgeledi. Sanatçı Pedro Morales’in internet işi Venezuela Kültür Bakanlığı tarafından sansür edilmiş ve pavyon açılmamış. Sanatçı, ‘City Rooms’ (Kent Odaları) başlıklı işinde geçen yıl Venezüella halkının geçirdiği deneyimleri yansıtıyor (bkz. www.pedromorales.com).

Beğeniye göre yapıtlar

Bienalde beğeniye göre iş var. Avustralya pavyonunda Patricia Piccini’nin, genetik müdahalelere uğramış insanları gösteren silikonları yer alıyor; daha önce birçok sanatçı tarafından yapılmış bu tür kabusları sevenlere… Britanya pavyonunda Chris Ofili’nin kırmızıyeşil odalardaki kırmızı-yeşil süslemeli resimleri ‘kiçsiz’ yaşayamayanlara Jana Sterbak’ın Kanada pavyonundaki olağanüstü başarılı video yerleştirmesi, köpek ve doğa severlere…

Eski SSCB ülkeleri, Uzakdoğu ülkeleri, İskoçya, Galler, İrlanda Venedik içinde kiraları 15 bin-60 bin euro arasında değişen saray ve depolarda yer alıyor. Gerçekçi sergi bütçesi 100 bin -300 bin euro arasında olmalı; bunun altına düşünce büyük zorluklar söz konusu. Türkiye’nin sergi bütçesi 70 bin euro olabildi. Türkiye’nin bienalde beş kez temsil edilmesini sağlayabildiğim için, mutluluk duyuyorum. Bu katılımların hepsi bir maceraydı; çünkü devletin kısıtlı olanakları, sponsorların mütevazı katkıları, sanatçıların özverileriyle gerçekleşti. Avrupalılar, bu ülkede futbol ve Erovizyon için milyon dolarlar olduğunu, ama bu tür uluslararası sergilere birkaç yüz bin dolar bile verilemediğini biliyor ve kıs kıs gülüyor!