Beyrut az daha barışa inanacaktı

Radikal Kültür

10/08/2006

Uzun iç savaşın yaralarını kısa sürede sarmanın gururunu yaşıyordu Beyrut. Kimileri barışın kalıcı olacağına hiç inanmazken bir grup sanatçı, sanatın birleştirici gücünü harekete geçirmek için uğraşıp durdu

Arap dünyasının yaşayan en büyük ozanı Filistinli Mahmud Derviş, Arafat’ın İsrail’le anlaşma imzalamasına karşı çıkmış ve 1992’de bir şiir yazarak anlaşmayı protesto etmişti. Şiirin bir dizesinde ‘vatanımı kılıcınla zaptedebilirsin ama ben kurban ve katil arasındaki barış anlaşmasına imzamı atmam’* diyordu. Derviş, savaşın hiç bitmeyeceğine inanıyordu.

Uluslararası sanat ortamına çıkmaya başladıklarında Lübnanlı sanatçılar da barışa sarılıyorlardı, ama tetikteydiler. İsrailli sanatçılarla aynı sergide yer almayı hep reddettiler; sergilere katılmalarının önkoşuluydu bu. Oysa benim gibi Beyrut’a gidip gelen birçok kişi her şeyin iyi gittiğine inanabilirdi. Beyrut Havaalanı’nın geniş koridorlarında bir sergi var. Büyük siyah-beyaz fotoğraflar savaşta yıkılmış olan Beyrut’u gösterir; renkliler de aynı yerlerin onarılmış görüntülerini. Beyrut’un merkezini bomboş ve yıkık durumunda görmüştüm, 1998’de…

2003 ve 2004’te ise Beyrut’un ortasında eski yapıların kopyaları ve post-modern iş merkezleri yükseliyordu. Havaalanında bu fotoğrafları görünce güven duymuştum; bu artık bozulmaz demiştim. Beyrutlular da bu barışa kendilerini inandırmak istiyordu adeta.

Havaalanındaki fotoğraf sergisi etkiliydi, ama 90’ların sonundan bu yana Lübnan’ın yakın tarihi bir kuşak sanatçı tarafından çok daha etkili bir biçimde anlatıldı dünyaya. 2000’lerde hemen bütün AB ülkelerinde ve ABD’de yapılan sergilerde yer alan Lübnanlı sanatçıların fotoğraf ve video işleri, küresel bağlamda aydınların ve sanatçıların Lübnan’da neler olup bittiğini anlamalarını sağladı. Aileleri bu sanatçıları savaş sırasında Avrupa ve ABD’ye eğitime göndermişti; savaş sonrasında hemen hepsi geri döndü ya da bulundukları yerlerde bu sarsıntıyı anlattılar. Eğer bugün Lübnan’a küresel bağlamda aydın desteği söz konusuysa, bu yalnız siyasal bir tepkinin değil, sanat yapıtları aracılığıyla yaratılan daha derin bir bilinçlenmenin sonucudur.

2003 Nisan’ında küratör Christine Tohme’nin kurucusu olduğu Ashkalalwan derneğinin düzenlediği Homeworks’ün (Ev ödevi) ikincisine davet edilmiştim. Tohme bu derneği 1996’da bölgedeki birbirini tanımayan, ama ortak siyasal ve toplumsal kaygıları olan insanların sanat ve kültür aracılığıyla iletişime girmeleri için kurmuştu; siyasal koşulları zorlayıp etkinlikler düzenledi, Lübnanlı ve Filistinli sanatçıları dünyaya tanıttı, yayınlar çıkardı. İşbirliğimiz sonucunda 1999’da Nelly Chemaly, Walid Raad, Marwan Rechmaoui, Walid Sadek, Jihad Touma, Rita Awn, Mahmoud Hojeij, Mahmoud Soueid, Rania Stephan, Akram Zaatari’den oluşan Lübnanlı sanatçı grubu ilk kez İstanbul’a geldi. Borusan Sanat Galerisi’ndeki sergide bu sanatçıların fotoğraf ve video işlerinde Lübnan iç savaşının birey ve günlük yaşam üstündeki etkisi, siyasal ideolojilerin biçimlendirdiği kent görüntülerini izlendi. 8. ve 9. İstanbul Bienallerinde de Orta Doğulu sanatçıların (Emily Jacir, Shahram Karimi, Hassan Khan, Hala Elkoussy, Halil Rabah, Wael Shawky, Ahlam Shibli) İslam toplumu, Filistin sorunu, küresel kapitalizmin bu coğrafyadaki görüntüsü, post-kolonyalist söylem üstüne ürettikleri işler, bakışları Batı’ya çakılmış insanları ne kadar etkiledi bilemeyiz, ama bu sanatçılar geç de olsa İstanbul’un sanat sözlüğüne girdi.

2003’te Irak işgali gündemdeydi ve Iraklı sanatçılar Lübnan’a göç etmişti. Paris’te yaşayan Suriye-Lübnan asıllı şair ve edebiyat eleştirmeni Adonis (Ali Ahmed Salih) baş konuşmacı olarak davetliydi, savaş sonrasında Beyrut’a ilk kez dönüyordu. Adonis, “Beyrut: gerçek bir kent mi, yoksa yalnız tarihsel bir ad mı?” başlıklı konuşmasında Beyrut’un bu coğrafyada bir dizi içe dönük komşu kentlerden oluştuğunu, ama bunların tümel bir kent oluşturmadığını, tek olanağın sanat aracılığıyla bir birlik sağlamak olduğunu söyledi. Derviş gibi o da duruma iyimser bakamıyor ve endişelerini dile getiriyordu. Tohme ve çevresindeki sanatçılar ise on yıldır sanatın birleştirici güç olduğu söylemini gerçeğe dönüştürmeye çalışıyordu.

1999’da Fouad Elkoury, Samer Mohdad ve Akram Zaatari (Liban) tarafından kurulan Arap İmge Vakfı da Arap ülkelerinden fotoğraf arşivlerini toplayarak çok önemli bir işlevi yerine getirip kolonyalizm, savaş ve göçlerle belleği yaralanmış coğrafyanın görsel tarihini oluşturmaya koyuldu. Bu arşiv sanatçıların işlerinde kullandıkları zengin malzemeyi de oluşturuyor. Fouad el Khoury 2000 başlarında İstanbul’da yaşayıp bir belgesel (Francine’e Mektuplar, 2002-43’) yaptı.

Belleği kurtarabilmek

Walid Raad’ın 1999’da kurduğu Atlas Grubu Lübnan’ın yakın tarihini özel arşivlere, fotoğraflara ve belge koleksiyonlarına dayanan yerleştirmelerle yeniden kurguladı. Borusan sergisinde Fadl Fakhouri’nin at yarışları üstüne notlarını içeren bir dizi fotograf dosyasını ‘Kayıp Lübnan Savaşları’ (www.theatlasgroup.org/data/TypeA.html) başlığıyla izlemiştik.

Savaşsız dönemde bile İsrail-Filistin-Lübnan-Suriye… Mısır arasında bir sanatçının nasıl çalışabildiğini anlayabilmek için Jack Persekian’ın www.16beavergroup.org/journalisms sayfasındaki Eylül 2003 tarihli günlüğünü okumak yeterli.

Bir yıl önce Lamia Joreige, Diyarbakır Sanat Merkezi’ndeki ‘Adalet Tüketimi’ sergisine katıldı ve insanların sığınağa giderken yanlarından ayırmadıkları eşyalar üstüne odaklanan ‘Savaş Nesneleri’ başlıklı video yerleştirmesini sergiledi. Bu sergide ilk kez biraraya gelen Güney Kafkasya, Ortadoğu ve Balkan sanatçıları savaşı, göçü ve adaletsizliği tartıştılar. Irak savaşına karşın bir yıl önce savaş, üstünde konuşulabilecek kadar uzaktı!

* Bassam Frangieh, Modern Arabic

Poetry: Vision and Reality, YaleUniversity/

Haberle ilgili siteler

 http://www.qhaddad.com – http://www.qhaddad.com