Bekleme odasındayız

Radikal Kültür Sanat

27/12/2004

Almanya, Nazilerin silah taciri olduğu için Flick’in koleksiyonunu protesto ediyor. Bizde ise ideoloji, içerik ve eleştirel düşünce her zamanki gibi bekleme odasında

Son birkaç aydır Berlin’in görkemli çağdaş sanat müzesi Hamburger Bahnhof’un bütün salonlarını ve ek binalarını kaplayan Flick koleksiyonu gergin tartışmalara neden oluyor. Nazi Almanyası’nın silah üreticisi Fridrich Flick’in torunu Christian Flick değeri 300 milyon dolar olan dev koleksiyonunu yedi yıl boyunca sergilenmek üzere bu müzeye bağışlamış; açılış konuşmasını da Schröder’in yaptığı sergi eylül ayında açıldığından bu yana toplumun çeşitli kesimleri tarafından protesto ediliyor:

Alman Merkezi Yahudi Konseyi Başkan Yardımcısı Salomon Korn, hükümeti işbirliğiyle suçluyor ve ‘Toplum tarafından temiz kabul edilen bir sanat kurumunda kanlı para aklanmasına tanık oluyoruz’ diyor. Sanatçılar da çeşitli forumlar ve gösteriler düzenliyor. Hamburger Bahnhof, Flick’in gösteri alanı oldu; Almanya sanat ortamı duruma direniyor.

Sanatın ‘in’ olduğu dönem

Bu örnek müze içeriklerinin ve sanat yatırımcısı, toplum ve sanatçı arasında ne çetin ve ikircikli bir ilişki olduğunu gösteriyor.

Biz de sanata yatırımın ‘in’ olduğu bir döneme girdik. Markalaşma çağında kültür en çekici ‘meta’… Özel sektör, devlet, sivil örgütler yeni bir yatırım atılımının eşiğinde balayı yaşıyorlar; birbirlerini ödüllendiriyorlar.

Gerçekte bu yeniden yapılanma meta olarak kültürün payının küresel kapitalizme hizmet edecek biçimde yükseltilmesi, tüketim alanının genişletilmesi, resmi kurumların özelleşmesi, özel kurumların tekelleşmesi, gibi birbiriyle çelişen ve yarışan parametrelerde temelleniyor. Vergi muafiyeti dolayısıyla bu alana yatacağı ve artık yaratıcı insana ulaşacağı varsayılan para, yine görkemli binalara ve yatırım sahiplerinin düşlemine sığan resimlere yatırılmak üzere ortaya çıkmaya başladı…

İçerikten önce kabın, düşünceden önce görsel etkinin kitleleri büyülemesi yeterli, şimdilik… İdeolojiler, içerikler ve eleştirel düşünce her zaman olduğu gibi bekleme odasında… Eğer, yüzlerce sanatçının olanaksızlıklarla boğuştuğu istikrarsız bir kültür ve eğitim ortamında, uluslararası oryantalist resim değerlendirilmesi içinde birinci listeye girmesi olanaksız bir oryantalist/manyerist resime 5 trilyon verilmesi gazete manşetlerine sanata yatırım olarak geçip alkışlanıyorsa, bekleyiş sürecek…

Bu resim az daha, ‘sonunda kavuştuk’ dediğimiz, İstanbul Modern için alınacaktı! Modern sanatın ne olduğu, ne olmadığı konusunda bir uzlaşmaya varılamadı, henüz; kenti taçlandıran bu yeni müzede çalışan uzmanlar umarız konuya -mesleklerinin olmazsa olmaz olduğunu da vurgulayan- ilginç sergiler aracılığıyla bir açıklık getirir. İstanbul Modern’in son derece başarılı mimarisi içinde, bu mimariye karşılık veren sergiler sunulduğunda kent halkı en az 50 yıl gecikmiş bir estetik süreci yaşamaya başlayacak.

Müzelerin işlevi

Türkiye’de kurulacak müzeler, yatırımcıların gösteri alanı değil, sanatçıların, küratörlerin ve sanat uzmanlarının üretim, deneyim ve iletişim alanı olmalı. Sanat ve kültür üreticileri de bu tür kurumlar aracılığıyla kültürü değiştirme erkini kazanmak zorundalar; çünkü kültür paradoks bir metadır. Artık değiştirilmediği halde tamamen değişme yasasına bağlıdır; o kadar körü körüne kullanma alanına girer ki, artık kullanılamaz hale gelir.

Kültürü aydınlanma ve demokratikleşme gibi süreçlerde bir araç olarak görenler için talep edilmeyeni eleştirel düşünceyi üretip bunu tükettirme yollarını yaratma başlıca amaçtır; bu temelde zor bir iştir. ‘Gerçek’ gerçekle elektronik imgelerle kurgulanmış gerçek arasındaki mesafenin giderek açıldığı günümüzde, projelerini toplumun yarılmış bilincini sağaltacak bilgi ve deneyim alanlarının kurulması olarak ortaya koymaya çalışan sanat ve kültür üreticileri her zaman dışlanmaya açıktır, çünkü.

Buna sanatı arz-talep çelişkisine karşı güçlendirmek ya da direncini artırmak da denilebilir. Bu noktada kültür uzmanlarının yatırımcının isteklerine -ya da dayanılmaz hafifliğine- direnme gücü de sınanıyor. Çünkü bugün kültür sanayii, manevi sapmalar karşısında duyarlılığı pek de hassas gelişmemiş sınır demokrasisi ile işveren demokrasisinin uygarlıkçı mirasına konmuştur.

Kültür üreticileri kültür sanayiinin topyekûnlüğü ve hiç durmadan söz verdiği konularda tüketiciyi aldatmasına karşı tepkisiz kalmamalı. Kuşkusuz, kültür sanayiinin kurallarına ve isteklerine uyum sağlamayan her şey başına buyruk kişinin acizliğinde devam eden bir acizlikle cezalandırılır ve günümüzde sanatçıların ve uzmanların korkusu da bu olsa gerek. Ancak, geç kapitalizmde var olmanın sürekli bir kabul merasimi olduğuna inanmak ya da kendilerine boyun eğdiren iktidarla eksiksiz şekilde özdeşleştiklerini kanıtlamak zorunda kalmak kültür ve sanat üreticiliğinden vazgeçmek anlamına gelmez mi?

İtalik yazılar Theodor Adorno’nun ‘Kültür Sanayii: Kitlelerin Aldatılması Olarak Aydınlanma’ (Kabalcı Yayınları, 1996) metninden alınmıştır.