Avrupalı kültür sistemi

Radikal Kültür Sanat

05/08/2002

Artık Ankara odaklı devlet kültürü ve İstanbul odaklı finans/medya kültürü ‘out’ olmalı. Sanat kurumları parasal kaynak havuzu yaratılıp, AB kültür ağı ile bağlantılı uzmanlara devredilmeli

Yaz geceleri light culture/soft culture ile sürüp giderken Türkiye badireler atlatıyor…

Kaygısız postmoderncilere göre Türkiye’nin başına gelenlerin bu kültürlü eğlencenin/eğlenceli kültürün konusu olmadığını düşünmek ‘in’. Gerçek sanatın bir tepki alanı olarak donukluk ve durgunluk içinde olduğunu düşünmek ya da finans/medya işbirliğinde düzenlenen bu kültürlü eğlence/eğlenceli kültür patırtısına başını/elini kaptırmamış sanat/kültür üretimcileri için sorunların el değmemiş bir biçimde durduğunu söylemek ‘out’!

Ne ki, özellikle bu durum, bir önceki yazımda değindiğim sanat/yaratıcılık alanındaki eğitim sorunlarının hemen ardından sanatçı adaylarının önüne dikiliyor…

Bu bir ‘Gösteri Toplumu’

Belirtmekte yarar var ki, sorunlarını tartışmaya açtığım alan, Guy Debord’un Gösteri Toplumu’nda sözünü ettiği alandır… Yani, modern üretim koşullarının hâkim olduğu toplumlarda tüm yaşamın devasa bir gösteri birikimi olarak göründüğü ve gösterinin, mevcut düzenin kendisi hakkında verdiği kesintisiz söylevin, onun övgü dolu monoloğu olduğu ya da metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı anın alanıdır. (*)

Debord’a göre bu alanda izleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar; kendisini egemen ihtiyaç imajlarında bulmayı ne kadar kabul ederse kendi var oluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar.

Türkiye’nin siyasal/ekonomik/toplumsal gündemi bu anlamda öyle bir gösteriye dönüştü ki, izleyici az değil, hiç yaşamıyor… Gerçek şu ki, günümüzde sanatçı, hem bu gösteri toplumunun bireyi, hem de izleyiciye kendi var oluşunu ve arzularını anlatmak/yansıtmak üzere üretim yapmak durumunda; yani kendisi ile birlikte izleyiciyi de yaşatmak gibi bir işlev taşıyor.

Sanat tam da bu sözünü ettiğim bıçak sırtında üretilebiliyor. Ne kadar üretilebilirse!

Sanatın kaderi belirsiz

Şimdilerde bu alan yukarıda sözü edilen gösteri toplumunun ve bu toplumda sanatçı olan bireyin yazgısı, devlet adamları/siyasetçiler/bürokratlar üçgeni ve bu durumu kendi çıkarına kullanan çokuluslu şirketler/medya/tüketim ekonomisi tarafından belirleniyor. Devletin kültür sisteminde ‘çokkültürlülük’, ‘özerklik ve bağımsızlık’, ‘uluslararası iletişim’,

‘sanatçıya yatırım’ gibi kavramlar ve uygulamalar yer almıyor; bunların yerine ‘bütünsel kültür’, ‘bürokratik yönetim, denetim ve baskı’, ‘ulusal kültür’ ve ‘popülist yatırım’ almış başını gidiyor. Finans/medya/tüketim aktörleri ise bu kavramları benimsiyor gibi görünerek, aslında kendi işine geldiği ölçüde içleri boşaltılmış kılıflar olarak kullanıyor/

kullandırtıyor.

Şimdilerde siyasal/ekonomik gündemi belirleyen Avrupa Birliği’nin öngördüğü ve üye ülkelerde 90’lı yılların başından bu yana gerçekleştirdiği yeni kültür sistemi Türkiye sınırlarından içeriye girmedi, henüz… Bu sistemin başlıca özelliği, kültür kurumlarının devletin, yerel yönetimlerin ve özel sektörün sağladığı gelirlerle bağımsız ve özerk yönetimlerle ve uzman kadrolarla alışması/çalıştırılmasıdır. Bu sistemde bürokratların, siyasetçilerin, iş adamlarının (bunlar ve bunların yandaşları, ressam, fotografçı, yazar, şair bile olsa) sanat anlayışı, bu kurumların sanat ölçütlerini belirleyemez; belirleyici olan bu kurumların varlık nedeni olan sanatçıların ve bu kurumları işletenlerin sanat/kültür alanındaki başarımlarıdır. Bu başarımın ölçütü de yerel/mikro farklılıklarla beslenmiş bir küreselliktir kanımca bu, küreselliğin en yararlı olduğu alandır.

AB kültür politikasının ana ilkesinin Avrupa kültürünü, ABD kaynaklı teknoimaj kültürü karşısında dirençli kılmak olduğu kuşkusuz; bu, aslında makro kültürdeki farklı mikro kültürlere sistemin içinde kendilerini özgürce dışavurma alanları açarak, sistemi güçlendirme stratejisidir. Bu sistem gerçek yaratıcılığın kavramların ve söylemlerin zengileşmesinde, çeşitlenmesinde olduğunu asla yadsımıyor ve Atlantik kıyılarından Türkiye sınırına kadar kitleleri ve sanat/kültür üreticisini küresel kültür bağlamında bilgili ve bilinçli yapmayı amaçlayan bir kültür ağı içinde devinime sokuyor. Bu sistemin somut örnekleri sayısız çağdaş sanat/kültür merkezinde gerçekleştirilen sayısız sanat projesidir ki, zaman zaman Türkiye’den sanatçılar da bu projelere katılabilmekte-kuşkusuz tümüyle kişisel bağlantılarla ve sistemin talebiyle. Pratikte bu, AB kültür sisteminin gönderdiği sanat uzmanlarının Istanbul’da kapı kapı dolaşarak, kişisel ilişkilerle ya da el yordamıyla yetenekleri keşfetmesi şeklinde sürmekte… Çünkü bu sistem Türkiye’de kendine muhatap bulmakta zorlanıyor!

Ekonomik, toplumsal ve elbette siyasal sorunların AB uyumlu olarak çözülmesi ne denli acilse, kültür sisteminin AB kültür sistemine uyumlu duruma getirilmesi de o denli acil!

Bir değişim olacaksa, Ankara odaklı devlet kültürü ve İstanbul odaklı finans/medya kültürü ‘out’ olmalı! Parasal kaynak havuzu sağlandıktan sonra her türlü içeriği oluşturmak için AB kültür ağı ile bağlatılarını ve ilişkilerini kurmuş/sağlamlaştırmış uzman kadrolara teslim etmek de ‘in’ olmalı!

Uzmanlar niye yetişiyor?

Türkiye’de bu değişimin altyapısı var: Üniversitelerin sanat fakülteleri sanat/kültür sanayii için uzmanlar yetiştiriyor; yerel ve bölgesel sanat/kültür üretim odaklarının küresel odaklara eklemlenmesini ve etkinliklerin gerçekleştirilmesini, ancak bu gençler sağlayabilir. Anadolu’nun hemen her kentinde de devletin güzel sanatlar galerileri, yerel yönetimlerin ve özel sektörün son yıllarda kurdukları kültür merkezleri var.

İş, yeni içerikler/işlevler için bu binaların yönetimini bu gençlere teslim edecek ‘yürekli’ ve ‘yenilikçi’ siyasetçiler ve iş adamlarını bulmakta!

Saflık olabilir ama, hazır bir kültür bakanını uğurlamışken yerine gelen/gelecek olan kültür bakanına da bir ‘sorunlara giriş’ sayfası açmış oldum, diye düşünüyorum.

(*)Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı, 1996