2. İstanbul Sanat Fuarı, Konuşma metni

Sanat Yatırım

22 Eylül 1992

2. İstanbul Sanat Fuarı Tüyap

Türkiye’de son on yılda sanata yapılan yatırım:

–  Galerilerin yaptığı yatırım bu fuarda görülüyor.

Sanatçı-özel sektör-galerici dayanışması

–   Özel yatırımcılar koleksiyonlar oluşturdu (danışman, uzman kullanmadan, çoğunlukla sanatçının kendisinden ve müzayedelerden alarak)

–   Resmi yatırımcılar koleksiyon oluşturdu mu? (Plastik Sanatlar değerlendirme Kurulu olayı)

En önemli sanat yatırımları:

Bienal, Feshane Sanat Müzesi, Sanat Fuarı ve bazı sponsorlu büyük sergiler.

Bunların hiçbirisi, bizim dünya sanatı içinde yer almamızı sağlamadı. 20.yy sanat sözlüğü ve haritasında Türkiye yoktur! Türkiye’deki sanatın en önemli ve en acımasız sorunu budur; bu sanatçıyı, onun üretimini, galericiyi, sanat düşüncesini ve Türkiye’nin dünya içindeki “kimlik” konumunu doğrudan doğruya ve olumsuz yönde etkilemektedir.

Dünya sanat platformlarında varlık gösteremediği için, Türkiye, bu yüzyılın kültür ve sanat hesabını iflasla kapatmıştır. Milyarlar harcanarak düzenlenen sanat tarihi sergileri, bu yüzyılın sanat ve kültür kimliğini temsil edemez.

Dünya sanatı içinde yer alamama nedenleri:

–  Modern sanat gündeme geldiği günden başlayarak, modern sanat oyunu ve daha sonra çağdaş sanat oyunu kurallarına göre oynanmadı. Satranç tavla taşları ve kurallarıyla oynandı. Modern ve çağdaş sanat sisteminin temel ögeleri, kavramları, yöntemleri gerektiği gibi uygulanmamıştır.

–  Modern ve çağdaş sanat üretimi ve tüketimi, kapitalist ve liberal siyasetin ve ekonominin  ayrılmaz bir parçası olmaktan öte, bu siyasete ve ekonomiye kimlik kazandıran olgudur. Siyasetçilerin v ekonomiyi yönlendirenlerin bu gerçeğin bilincine varmalarını beklemekle geçirdik zamanımızı ve hala da bekliyoruz. Bu bilinç yerleşmediği için, sanat ve kültüre yapılan bütün yatırımları “yüzyıllık yanlışlıklar” olarak nitelemek zorundayız.

Yüzyıllık yanlışlıkları düzeltmek için nasıl bir başlangıç yapmalıyız?

– Türkiye, siyaseti ve ekonomisiyle içinde bulunduğu sistemin, yani mega ekonomi ve siyasetin ayrılmaz parçası olan mega çağdaş sanat ve mega kültürün içinde yer alma durumundan kendisini soyutlayamaz; Mega kültür içinde var olma ya da yok olma sorunuyla karşı karşıyadır.

– Modernist “ulusal uyanış ve bağımsızlık” ideolojilerine, post-modernizmin yol açtığı neo-konservatizmin biçimci ve şovenist gelenekçiliğine ya da post-modernizmin en güçlü yanı olan eklektisizm “her şey geçerlidir” düşüncesine sığınarak ve bütün bir yüzyıl boyunca, bir işe yaramadığını gördüğümüz uygulamalarımızı sürdürerek, sanat ve kültüre yanlış yatırım yapma seçeneğimiz kalmamıştır

– Mega kültür içinde bölgesel, yerel ve geleneksel kültürlerin yeri son derece önemlidir; mega kültür, düzleşmekten, sığlaşmaktan ve tüketimin bir aracı olmaktan ancak bölgesel, yerel ve geleneksel kültürlerdeki köklü, canlı ve güçlü farklılıkların kendisinde yaptığı aşılamalarla kurtulabilir. Bu gerçek bütün dünya için geçerlidir. 20.yy boyunca kendilerini merkez olarak gören ülkeler, bu gerçeğin bilincinde olarak, 20.yy sonunda çevre ülkelere bir uzlaşma önermek zorunda kalıyorlar; 21.yy kültürünü birlikte kuralım önerisi ya da zorunluğudur, bu. Bütün 20.yy’ı bir çevre ülkesi olarak geçirdikten ve artık mega kültür olgusu içinde bir kimlik bunalımıyla karşı karşıya kaldıktan sonra, bizim de üstünde ciddi olarak durmamız ve kaçırmamamız gereken bir fırsattır, bu.

– Bugün, dünya kültür ortamına egemen olmaya başlayan yeni düzenin “küresel kültür ve kültürler arası diyalog” başlığı konuyor. Bu öneriye katılıp katılmamak, kabul edip etmemek herkesten önce bu ülkenin sanatçılarının ve onlarla birlikte sanat ve kültür tasarımcılarının vereceği bir karardır. Onlar bu kararı verdikten sonra, resmi ve özel yatırımcılara bu kararı uygulamak üzere mega yatırımlar hazırlandıktan sonra, bir kenara çekilmek düşer. Türkiye’nin sanat gündemini, kuramını, kavramını, felsefesini, estetiğini siyasetçiler, iş adamları ve onlara bağlı olan yöneticilerin yaratamayacağı bilinmelidir.

– Küresel kültür ve kültürler arası diyaloğa katılmanın başlangıç noktası, somut ütopyalar, uzun menzilli kültür ve sanat tasarımları planları ve projeleridir. Resmi ve özel yatırımların birinci aşaması, sanatçıların somut ütopya üretmelerini, kültür tasarımcıların plan ve projelerini hazırlamaları sağlayacak ortamı yaratmalıdır. İkinci aşama, uygulamayı gerçekleştirecek ev sonucu yaygınlaştıracak kurum, örgüt ve kadroların kurulmasıdır. Bu tümel bir sistemdir ve sanatçıların ve kültür tasarımcılarının özgürlüğü ve bağımsızlığı üstüne temellenmiştir. Beuys’un dediği gibi para burada bir organizatör olmalı, herkesin yararına olan işgücünü organize etmelidir.

Bu bağlamda, 1993’de İstanbul’u “uluslararası kültür ve sanat merkezi” yapmak isteyen siyasetçiler, yüzyıllık yanlışlığı yineliyorlar. Sanatçıların ve kültür tasarımcılarının karar vermesi gereken son derece önemli bir konuya el atıyor ve kendi siyasetlerinin programı olarak sunuyorlar. Kendilerine şu soruyu sormak gerekli:

Birkaç ay sonra 1993 olacak. Bütün bir yüzyıl bir yana, son otuz yıldır, sanat ve kültür ortamında çözülmemiş olarak duran kuramsal ve fiziksel altyapılar, bir yıl içinde mi bir çözüme kavuşacak? Siyasetçiler hangi somut ütopyalar, kültür tasarımları, planları, programlarıyla ve hangi örgütler ve kadrolarla bu uluslararası olma durumunu sağlayacaklar? İki yıldır, İstanbul’un açık alanlarına “heykel” yerleştirme projesini gerçekleştiremeyen, bugün sanat işlerinde hiç geçerli olmayan “demokratik yöntem” diye tutturan, sanat çevrelerince kendilerine sunulan uluslararası çağdaş sanat projelerine duyarsız kalan, onardıkları sanat galerisine çağdaş bir yönetim kuramayan ve bu galeriyi genç sanatçılara bile kirayla veren İstanbul Büyük Şehir Belediyesi mi, yoksa iktidara geldikten bu yana hiçbir uluslararası çağdaş sanat ve kültür projesi geçekleştirmeyen, kendilerine yapılan tüm uyarı ve önerilere duyarsız kalan Kültür Bakanlığı mı yapabilecektir, İstanbul’u uluslararası sanat merkezi! Bu iş inandırıcılıktan yoksun olduğu gibi, yukarıda sözünü ettiğim küresel kültür ve kültürler arası diyalog gerçeğini içermeyen bir programdır.

İstanbul’u ancak Türkiye’deki ve dünyadaki sanatçılar ve kültür tasarımcıları bir mega kültür merkezi yapar; siyasetçilerin işlevi buna yatırım yapmaktır.