Bedri Baykam ile söyleşi metni

B. Madra:  Bütün dünyada böyle bir üretim olduğuna katılıyorum. Post-Duchamp, Post Arte Povera, Post-Minimal, Post-Fluxus yaşanıyor. Yeniden gündeme getirmeleri 80’li yılların başından bu yana izliyoruz. Ben de, Türkiye’de bir yeniden gündeme getirme mi var, yoksa güdümlü Modernizm’den kurtulma eylemi mi var, diye soruyorum. Önce bunun üstünde düşünelim, çünkü başından beri yaşanan bu devlet güdümlü modern sanat olgusuna karşı bir tepki olması gerekiyor. Ben bunun başlangıç noktası olarak Altan Gürmanı’ı görüyorum; 60’lı yıllardaki bu tepki daha sonra 70’li yılların sonunda süreklilik kazanıyor. 70’li yılların sonundan bu yana işlere baktığımda, saydığımız bu akımların bir şekilde irdelenip yorumlanmasını izliyoruz; artık bir “ithal” söz konusu değil, bir hesaplaşma var. Hesaplaşmanın güdümlü modern sanatın araçları durumuna gelmiş alışılmış resim ve heykel ötesindeki teknikleri çağırması doğaldır. Bu noktada sanatçı kolaj ve montaja yönelmiştir, resim ve heykel de tekniklerden birisi olmuştur. Bu hesaplaşma içinde kültürel miras da var.

B. Baykam: Kaldı ki, eski akımları yorumlama, onların üstüne basarak başka yerlere zıplama, çağdaş evrensel düşüncenin kullandığı bir metodoloji.

B.Madra: Sanatın doğasındaki sreklilik bunu getiriyor. Türkiye’deki durumu Arte- Povera’ya benzetmemdeki neden zengin kültür mirası. Bu mirasın gündeme gelmesi Post-Modernist bir yaklaşım mıdır, yoksa Modernizm’in yadsımaya çalıştığı bir durumun düzeltilmesi midir? Aslında bu iki durum kesişiyor ve birbirini tamamlıyor. Şimdi, güdümlü modern sanatın ikilemleri ile hangi ölçüde hesaplaşıyor, diye sorarsak… Demin de söylediğim gibi, uluslararası snat ve ulusaal değerler çatışkısı ve sanat için sanat – toplum için sanat çatışkısı. Soyut ve fgür çatışkısı demek, son derece yanlış, çünkü bu iki anlatımda da, belirttiğim ikilemler var. Uluslararası boyut (Taşizm, informel, soyut ekspresyonizm) içinde Osmanlı hat ve süslemecilik sanatı ne kadar varsa, ekspresyonist ve klasik figür anlatımı içinde de o denli naif sanat ve halk sanatı ögeleri var.

B. Baykam: Türkiye’deki ulusal-evrensel, sanat sanat içindir, toplum içindir çatışmalarını artık 70’li yıllara gömmüş olmamız gereken, açılımı olmayan, bir dönem yapılmış olması gerek ama artık gömülmüş olması gereken sorunlar olarak görüyorum. Ne yazık ki, bir çok entellektüel arenada sanki çok ilginç bir soru soruluyormuş gibi, bu konuda iddialı tartışmalar yapılabiliyor.

Bu kültürel miras konusunda… sanatçının kültürel mirasına olan bağları bir yapıtında, bir sergisinde ya da tüm işlerinde görülebilir. Sanırım sen de bu görüşü paylaşırsın. Böyle bir zorunluluk yok. Şimdi bir dünya yaşama biçimi var; yayınlar izleniyor, uydularla dünya izleniyor, Amerikalılar Japnya’ya, Japonlar Hindistan’a, Türkler Kore’ye gidiyor, sonuç olarak yalnız biz McDonald yiyip, blujean giymiyoruz, Amerikalı kızlar şalvar giyiyor, New York’ta şiş kebap yeniyor. Olay yalnız bir batılılaşma değil. Çoğu zaman Türkiye’de batılılaşma adına yaşadığımız süreç evrensel-çağdaş dünya kültürü üretimine bir katkı. Kültürel miras da çok önemli, akat hiç bir zaman sanatçının bugünkü açılımında bağlayıcı faktör değil!

B. Madra:  Bağlayıcı denemez, kuşkusuz. Eğer Türkiye’deki sanatçı 80’li yıllarda Modernizmle hesaplaşıyorsa, Modernizm bizim kültürel mirasımızı yadsıyıp geleceğe yönelik bir ideolojiye yönelmemizi önerdiyse; dolayısıyla bu ikilemle bir uzlaşma içine girmak durumu var. Öte yandan küresel br sanat sistemi içine girdiğimiz de bir gerçek, şimdi dile getirdiğin gibi.

B. Baykam:            Böylr bir küresel ortamın içinde sanatçının durumu nedir?

B. Madra:               Dünya aydınları ve sanat düzeyinde ülkeler arasındaki sınırlar ortadan kalkmış gibi görünüyor. Bu bir bakıma doğru, çünkü sanat bağımsız ve etkin bir iletişim ağı oluşturuyor. Bir bakıma da doğru değil, çünkü Post-Empryalist siyasetlere karşın emperyalizmin etkileri hala sürmekte. Modern sanatın Batı’nın malı olduğu düşüncesi de geçerliliğini yitirmiş değil. Gelişmekte olan ülkelerde “sanat endüstrisi” gelişmemiş.

Küresel sanat kavramının beni düşündüren bir başka yanı da, sınırların olmadığını varsaymasına karşın, özellikle bölgemizde sınırlar için savaşların olması. Bu savaşlar “sınırların” ortadan kalkmasına bir tepkidir.

B. Baykam:            Bir geri kalmışlık ve tutuculuk değil mi?

B. Madra:               Evet; 20.yy’da Emperyalizm ve Modernizm yüzünden kimlik bunalımına girmiş ülkelerin, kimliklerini oluştururken yeni bir “sınırsızlık” ortamı içine girmeleri ya da bunalımlı kimliklerini yeni etkilere açmaları oldukça zor bir süreç. Bu da, sanatçıların hesaplaşması gereken yeni bir ikilem, çünkü bu tür ülkelerin sanatçıları küresel sanat istemi içindeler, sınırsızlık istiyorlar. Burada “Merkez ve Çevre” kavramlarına da değinmek gerekiyor. İletişim medyalaının “merkez” diye bir kavram bırakmadığını bir yana koyarsak, gerçekte modern sanat, Batılı olmayan kültürlerden aşılandığını itiraf ettiği anda başlayan bir süreçtir, “merkez olmadan çevrenin, çevre olmadan merkezin” olmayacağı. Sanat pazarı bağlamında merkezler hala var, ama üretim bağlamında ve sanatçının herşeye karşın var olan bağımsızlığı ve özgürlüğü bağlamında, sanatçının gittiği ve ürettiği yer merkezdir. Küresel sanat kavramı bu bağlamda gerçekleşyor; küresel sanat kavramı bugün sanatçının elindeki en büyük güçtür.

Pages: 1 2 3 4 5 6