Sanatçı, galerici, koleksiyoncu ilişkileri

Anons Dergisi

Mayıs 1991

Söz konusu ilişkinin iki boyutu var:

1. Parasal Boyut; 2. Etik ve estetik boyut. Parasal ilişkide etik ve estetik yoktur, oysa sanatın varlığı paradan önce etik ve estetiğe dayanır. Bu çelişki bu ilişkinin temelidir. Galerici bu çelişkinin tam ortasında yer alır. Bu çelişki ya çözümlenir, ya da çözümlenmez. Çözümlenirse bu ilişki bütün taraflara yarar sağlar, çözümlenmezse ilişkide bulunan taraflar zarar görür. Ancak bu zarar açıkça görünmeyen bir zarardır ve etkileri bir kaç kuşağa, dahası bütün bir yüzyıla yayılır. Biz şimdi bu yüzyılı geride bırakıyoruz ve bütün dünyada olduğu gibi, bir hesaplaşma dönemi yaşıyoruz ve gördüğümüz yararın ve zararın hesabını çıkarmaya çalışıyoruz.

Yukarıdaki çizelge, sanat yapıtını çıkış noktası olarak ele alıyor ve bu sanat yapıtının oluşum ve dönüşüm durumuna açıklık getirmeye çalışıyor. Sanat yapıtının çevresinde yer alan sanatçı, tüketici ve sanat kurumları, bugünkü konumuzu oluşturuyor. Çizelge çok açık bir biçimde modern sanat kuramları, eğitimi ve modern kültürden kaynaklanmayan, ama Türkçe’de başka terim olmadığı için “sanat” baş1ığı taşıyan her türlü üretimin sanatla ilgisi olmadığını gösteriyor. Türkiye’de bugün, bu ayrım kesinlik kazanmamıştır ya da çok dar bir çevrede kesinlik kazanmıştır diyebiliriz. İçinde yaşadığımız sanat karmaşasının en önemli nedeni budur. Devlet, kitle iletişim araçları, iş çevreleri ve geniş bir aydın kitlesi her şeyden önce bu ayrımı yapmak zorundadır. Bu gerçek1eşmeden etik ve estetik boyutun gerekleri yerine gelmez ve sanatçı, galerici ve koleksiyoncu arasındaki i1işkideki çe1işki çözümlenemez. Bu ilişkiden en çok zarar gören son üç kuşak sanatçı belirgin bir bunalım içindedir.

Yaşlı kuşağın durumuna baktığımızda, 1980’li yıllarda onların parasal yönden belli bir rahatlık içine girdiklerini söyleyebiliriz. Bazı galeriler yaşlı sanatçılarımızı pazar koşul1arının gereksinimleri doğrultusunda üretime yöne1tmişlerdir. Sanatçıların geçmişteki performansları ile kıyaslandığında bu üretimin, Türkiye’nin yirminci yüzyıl sanatı içindeki önemleri doğrultusunda olmadığı görülür. Bu, sanatçıların sanat-bilimsel değerlerine karşılık veren bir durum da değildir. Burada parasal boyut uğruna estetik ve etikten ödün veri1miştir. Dolayısıyla çe1işki çözülmemiştir.

Orta kuşak sanatçılar için 1980’li yılların başından bu yana galeriler tarafından yaratılan pazar olanakları, onların üretimlerini körüklemiş, ama ayni zamanda onları kurumlaşmaya yöneltmiştir. Bu kuşak için istikrarsız bir iç pazar yaratı1mıştir. Sanatçı, galerici, koleksiyoncu ilişkisi gelişigüzeldir. Sanatçılar sürekli galeri değiştirir, birçok galeride satış yapabilir, atölyesinden ve evinden satış yapar, ça1ıştığı galerinin ilkelerine ters düşebi1ecek karma sergilere katılabilir. Koleksiyoncu sanatçıdan almayı yeğler, galeri danışmanlığını kullanmaz, gerektiğinde koleksiyonunu sanat-bilimsel bir denetimden geçirmeden sergiler, sanat ve kültüre hizmet amacıyla, bu hizmeti sanat ortamının değil, kendi çıkarlarının doğrultusunda kullanır.

Ülkemizde galeri açmanın çeşitli nedenleri vardır. Devlet galerileri kitlenin sanat gereksinimini karşı1amaya çalışır. Bu galeriler çizelgeden izlediğiniz her türlü sanat yapıtını hiçbir ayrım gözetmeden sergiler ve kitle i1etişim araçlarıyla tanıtımını yapar. Bunları gördükçe gelecekte kurulacak bir devlet sanat müzesinin nasıl olabileceğini düşünebiliriz. Özel kuru1uş galerileri de (bazı istisnalar dışında) devlet galerilerinden farklı değildir. Bu galeriler sanat kargaşasını körüklemekten başka bir işlev taşımaz1ar. Bazı özel kuruluş galerileri, eğer danışman1arı ve yöneticileri bu işten anlıyorsa, çe1işkinin üstesinden gelebilmektedirler. Özel kişi galerilerine gelince, bunlar salt ticari amaçla kurulanlar, sanatseverlik nedeniyle kurulanlar, önce çerçevecilikle baş1ayıp sonra resim satma işine baş1ayanlar, yarı antikacılık, yarı sanat işi yapanlar şeklinde sınıflandırılabilir. Satılabilen her türlü resim bu galeriler tarafından pazarlamaktadır.

Çizelgede üst bölümde görülen sanat olgularının o1uşturduğu sanat yapıtlarının pazarlanması ile uğraşan galerilerin işlevi bu bağlamda be1irgin1eşir. Bu galeriler sanat yapıtının yalnız parasal boyutuyla değil, etik ve estetik boyutuyla ilgilenirler ve temel çelişkiyi çözmeye çalışırlar. Sanatçıların ve koleksiyoncuların bu tür galerilerle işbir1igi yapmaları kuşkusuz onların yararınadır.

Orta kuşak sanatçılar belki bir pazar olanağı elde etmişlerdir ama etik ve estetik açıdan hak ettikleri şey1eri henüz elde edememişlerdir. Her şeyden önce yapıtları herhangi bir müze tarafından satın alınmamıştır; yani, yapıtları bir müze duvarı ya da zemini görmemiştir. İkincisi ise, bu sanatçılar uluslararası sanat ortamında yer alamamış1ardır. Bugün Türkiye’deki çağdaş sanat pazarı içinde yapıtları on bin dolardan başlayarak satılan sanatçılar, on bin doları dış pazarlarda kazanacak durumda değildir. Kaldı ki, onların düzeyindeki uluslararası sanatçıların yapıtları yüz bin dolar düzeyinden baş1amaktadir. Yine iç pazarda on bin dolarlık bir satış gerçek1eştirmiş bir sanatçının yapıtını koleksiyoncu yeniden pazarlamak isteyince, bunu gerçekleştiremeyecektir çünkü henüz bu anlamda bir sanat borsası oluşmamıştır. Bu nedenle koleksiyoncu bugün riskli bir yatırım süreci yaşamaktadır. Bu riski azaltmak istiyorsa, bilgilenmek, danışman kullanmak ya da bir galerinin garantisini almak zorundadır.

Genç kuşağın durumu daha da çe1işki1idir. Pazar onları henüz benimsememiştir; etik ve estetik yönden kendilerini kanıtlayacak bir ortam bulamamaktadırlar; maddi olanaksızlıklar yüzünden istedikleri gibi bir üretime girememektedirler.

Burada, bu üç kuşak sanatçının yapıtlarının henüz sanatbilimsel bir değerlendirmeden geçmediğini de belirtmek gerekir: Türkiye’deki sanat gelişmeleri birkaç sanat tarihçisi, birkaç eleştirmen ve sanat uzmanı ve bilgisayarların beyninden geçip, yeniden ortaya konmalıdır; hem de yirmi birinci yüzyıl gözlüğü takılıp yapılmalıdır bu iş. Bugün sanat ortamının eleştirmen ve sanat yazarı gereksinimini dolduranların dergilerin kısıtlı sayfalarına yazdıkları, daha çok güncellik ve kulaktan dolma bilgi içeren, yarısı arabesk övgü, öteki yarısı kişisel sorun olan yazılarıyla olacak bir iş deği1dir bu. Tez ve karşı tezler içeren, birkaç dilde, birkaç cilt kitap gerektiriyor bu iş. Bu kitaplar dünyaya yayılacak, çağdaş sanatla ilgilenen uzmanlar bunları okuyacak, ortaya konulan tezleri tartışacak, Türkiye’deki sanatı, sanatçıyı tanıyacak, eğer yirminci yüzyılda evrensel sanata bir katkımız olmuşsa bu ortaya çıkacak vb.

Bugün önemli koleksiyonlar birikmiştir; ancak, bunlar henüz bekleme salonundadır. Bunların ana salona geçmeleri için bilimsel bir hamama girip terlemeleri gerekmektedir. Koleksiyonların belgelenmesi, onların ayıklanması anlamına gelir. Bu, bir katalog yapıp onun içine kronolojik ya da tipolojik bir sıraya göre yapıtları dizmek değildir. Yapıtların yapıldıkları anın önemine göre dizilmeleridir. Bu an yalnız Türkiye saati ile ölçülemez, dünya

saati ile ölçülmek zorundadır. Koleksiyonlar ancak bu tür belgeleme ile değer kazanır. Türkiye’de ise koleksiyonlar henüz yapıt sayısı ve bunlara verilen para ile ölçülmektedir. İşte burada parasal boyut ile etik ve estetik boyut çelişkisi iyice be1irginleşir. Sanat-bilimsel banyo, kalitesizlik, kopyacılık ve bayatlık kabul etmez. Tarihsel-kuramsal-estetik evrensel gelişmenin içine oturmayan yapıtları acımasızca ayıklar. Bu acıdan sanat­bilimsel çalışmanın içerdiği etik ve estetik boyut sanatçı, galerici, koleksiyoncu arasında bir ödün vermeme zinciri kurar. İşte bu ödün vermeme zinciri bir ülkenin sanat kimliği için bir güvencedir. Ülkemiz sanat ortamında bu güvence henüz sağlanamamıştır.

Sanatçı, galerici, koleksiyoncu ilişkisindeki bugün uluslararası sanat ortamındaki gerçek, sanat pazarının sanatın yazgısına egemen olduğu doğrultusundadır. Bu durum şöyle açıklanabiliyor:

Kapitalist toplumda sanatçı hem üretkendir hem de üretken değildir.

 

Üretkendir, çünkü kendi işgücüyle kapital için bir değer üretir.

 

Üretken değildir, çünkü üretim kazançtan ödendiği için, bir hizmettir.

 

Yapıtları ayıklamak güçtür, uzmanlık işidir. Bu nedenle geç kapitalist ülkelerde kimlik yitirimini göze alamayan kapital sahipleri bu işin ayıklanmasını uzmanlara bırakmışlardır.